Uganda’dan Tanzanya’ya Selam olsun Darüsselam’a

A -
A +

28 saatlik yolculuğu göze alıyor, ani bir kararla biniyoruz kamyon bozmasına...

 

Tanıdığım en gözü kara adamlardan biri İhlas Vakfı gönüllüsü Ahmet Ertürk. Tek başına Uganda’ya gidip onca kurbanı almak, kesmek, dağıtmak için elini koymak gerek taşın altına. 
Nasıl beceriyorsun diye sorduğumda 
“gel de gör” diyor, “istersen takıl bana!” 
Gelmeyeceğimi mi sanıyor ne, bitiveriyorum yanında. Tavandan örümcekler sarkan bir oda tutmuş. Sivrisinekler bulut gibi geziyor, biliyorsunuz malarya büyük dert burada. Ocakta su kaynıyorsa tamam, çay var dert yok, gerisine aldırma. Problem çıkmıyor mu? Çıkıyor. Shawili diliyle “hakuka matata” (takma kafana) deyip geçiyor. Yedikleri, gözleme (çapat), lokma (mandazi) ve yumurta… Ama öyle ama böyle karnı bir şekilde doyuyor sonunda. 
Elektrik aşırı pahalı, gıdım gıdım veriyorlar fasılayla, ah bir de internet olsa. 
Afrika’nın kırmızı bir tozu var, içinize işliyor âdeta. Yüzünüzü üç kere yıkayıp siliyorsunuz, havlu sapsarı kesiliyor hâlâ. Bir sıcak su bulsanız da şöyle köpük köpük sabunla… Sıcak su yok abicim, saçının keçeleşmesini istemiyorsan vurduracaksın sıfıra.  
Kurbanlık bulmak ayrı çile, şu köyde iki sığır varmış, filan mezrada üç dana… Dişine bakıyorsun yaşı küçük, dönüp sarıyorsun başa? Fiyat çekenler, bahşişe yatanlar, kamyonet ney bulunmaz, hayvanları yürüterek getireceksin alana. 
Yollar delik deşik, 20 kilometreyi bir saatte alabiliyorsunuz anca. Neyse uğraşıp didiniyor, vaktin bitmesine dakikalar kala son hayvanı da kesip işi bağlıyor mutlu sona. Valla ne diyeyim, Allahü teâlâ yardım ediyor ona.
VAR MISIN? 
Çok şükür bu maceradan da yüzümüzün akıyla çıktık dediğimizde birkaç gün daha var uçuşa. O yorgunlukla “var mısın” diyor, “basalım gidelim Kenya’ya? Hatta geçelim Tanzanya’ya?” 
Yürü dendi mi nereye diye sormayacaksın, Müslüman güvenecek arkadaşına. 
Tamam diyorum zaten gazeteciye ne lazım? Macera!
Kampala Nairobi otobüsleri bulunduğumuz şehirden (Jinja) geçiyor. Bakın şu işe ki tanıdığım en sessiz hoca (Molla Osman) “ben Zengibar’da okudum” diyor, “gelebilirim yanınızda!” 
Onu da alıyor, biniyoruz İskandinav motorlu bir kamyon bozmasına. Otobüs demeye şahit lazım, ne klima var, ne havalandırma. Bizimkiler hava yastıklıdır malum, tıs tıs yaylanırlar asfaltta, bunlar yaprak makas, o çukurlara ve bu yüke (muz hevenkleri, şeker kamışları, tahıl çuvalları) dayanıyorlar sabırla.
Paravanaya koca bir ekran asmışlar gürültülü klipler yayınlıyorlar ardı ardına. Konu monu yok, solist koşuyor, kaykay yapıyor, çiçek koparıyor, ağaca çıkıyor avanesi hop hop zıplayıp ritim tutuyor arkasında. 
Bakın şu şansa ki otobüsün camları açılıyor, çarşı pazarlardan geçerken çatır çatır resim çekiyorum, keyfim yerine geliyor.  
Afrika ülkeleri vizenizin olup olmamasına bakmıyorlar. 50 dolarınızı aldılar mı mührü basıyorlar. Memur maaşı gibi bir şey, buralarda büyük para.
GEZ DÜNYAYI, GÖR KENYA’YI 
Jinja, Viktorya Gölü’nün kuzey kenarındaydı, saatlerce yol alıp Kenya Kisumu’ya vardığımızda yine aynı göl uzanıyor yanımızda. Adı göl büyüklüğü, neredeyse 5 Marmara... 
Nairobi normal şartlar altında 12 saat. Şartlar normal gitmiyor o başka. Uganda’dan beş altı paket kavrulmuş fıstık almışız (paketi 50 kuruş, kilosu dört lira) sıkıldıkça açıyoruz birini, oyalıyor hiç olmazsa...
Nairobi’ye gece yarısı iniyoruz, sokaklardan el ayak çekiliyor. Darüsselam otobüsünde sadece üç kişilik yer kalmış, o da en arka sırada. Ver diyoruz. Vaktimiz kıymetli zira. 
Azıcık uyuyup seherin serininde hareket ediyoruz, çok büyük şehir denilen Nairobi’den üç dakikada çıkıyoruz. İstanbul’dan iki saatte ayrılamazsın oysa. 
Bu otobüs can sıkıcı, camları açılmıyor. Açılması bir yana boydan boya reklam giydirmişler, dışarısı da görünmüyor. 
Düşünün Klimanjora’nın dibinden geçiyorsunuz, kızıl urbalı çobanlar yaymış sürülerini poz veriyor. Merkep kervanları, mor ve kırmızı çiçeklerle bezenmiş ağaçlar. Ama sen deklanşöre dokunamadan geçiyorsun, gel de kudurma. 
Otobüs şoförümüz mütedeyyin bir Müslüman, sağ olsun molaları mescidi olan tesislerde veriyor, namazlarımızı kılıyoruz rahatlıkla.
SOKAKLARDA KAYBOLMADIKÇA...
Darüsselam canlı bir şehir, ticarete de, siyasete de yön veriyor. Başkent Dodoma konu mankeni gibi duruyor kenarda. 
Afrika metropolleri akşamları tekin değildir derler, inadına çıkıyor, odun ateşinde kızaran patateslerden alıyoruz gecenin bir yarısında. Koca tabak iki bin şilin (takriben 1 dolar) acılar turşular da cabası… Ortalık cümbüş abi, kim tutar bizi otel odasında. 
Bakın tur otobüsleri ile dolaşarak bir şehri tanıyamazsınız. Makineyi boynunuza asacak vuracaksınız ara sokaklara. 
Duvar diplerinde oturamadıktan, sokak satıcılarından otlanamadıktan sonra ne anlayacaksın o şehirden de, o halktan da. 
Ahmet Ağabey elinde semaveriyle Arap kahvesi satan elemanı görünce işareti çakıyor. Üç kahve otuz kuruş, etraftaki yaşlılara da ısmarlıyor, para yine artıyor. 
Kahveleri mırra gibi, gözünüzü açıyor. Peki fincanlar? Temiz diyelim temiz olsun, bir leğene daldırıp çıkarıyor sonunda. Salla gitsin, vesvese yaparsan içemezsin yoksa… 
Eğer siz mesafe koymazsanız vatandaş da yanaşıyor, sıcak dostluklar peydahlanıyor. 
SAHİLLER SEVAHİL SHAWİLİ
Lisanları Swahili ama İngilizceden de Arabiden de anlıyorlar. Sağa sola götürüyorlar ve şehir şekillenmeye başlıyor kafanızda. Yoksa onca camiyi nereden bulacak, İslam merkezlerini nasıl dolaşacaktık di mi ama! 
Bir de şey, resim çekerken izin isteyin kibarca, objektifiniz yere baksın, olur derlerse yöneltin insanlara. Merak etmeyin böyle de iş çıkıyor, el salla dedin mi gülümsüyorlar  kameraya. 
Afrika’da resmî dairelerin resmini… Sakın ha, asla! 
Ne mahzuru olabilir ki? Bence de olmaz ama güvenlikçiler iyi polis kötü polis ayağına yatar, para koparırlar.  
Darüsselam’ın nüfusu açık ara Müslüman, camiler hayatın içinde vakit namazlarında bile lebalep doluyor. Sağda solda tespih, esans, takke satanlar görüyorsunuz, Abdüssamed’in sesi yankılanıyor kolonlarda… Yemek yiyecekseniz dindaşlarımızın lokantalarına gidin. Malum Şafiiler necasetten pek sakınır; bu, işlerine de aksediyor, dükkânları mis, bal dök yala. 
Afrikalı kadınlar renkli giyinmeyi seviyor. İslami hassasiyeti olanlar baştan ayağa siyaha bürünüyor. Hanım ablalar bebeleri sırtına sarıyor, sepetleri eline alıyor; sini, güğüm, kova gibi dengesiz eşyaları ise başlarının üzerinde taşıyorlar. Çok rahatlar, salına salına gidiyorlar. 
‘TARZAN’YA!
Tanzanya’ya gelenler genelde safari turlarına katılıyor, Serengeti, Mikumi gibi millî parklarda aslan, kaplan, gergedan gibi beş büyüklerin resmini çekmeye çalışıyorlar. Rast gelirse fil, çakal, çita, zebra, ceylan, zürafa... Zimbabve’de katılmıştım, açmamıştı. Jipin içinde bir tehlike yok ki, gölgede uyuzlanan aslanlar heyecan vermiyor insana. 
Tanzanya geçtiğimiz asra kadar şeriatle yönetiliyor. Derken sömürgeciler üşüşüyor. Almanlar geliyor Lutheryan, Britanyalılar geliyor Anglikan kilisesini kuruyor. Ne zaman ki İslam harfleri yasaklanıyor, medreseler kapanıyor, gayrimüslimler güç kazanıyor. Yahova şahitleri, Presbiteryenler, Evanjelikler, yok Yedinci-gün Adventisti, yok Mormonlar. Bizde de aynı şeyi yapılmadı mı? İngiliz’in pis işleri bunlar. 
Sihler ve Hindular da boş durmamış. 
Ağa Han Vakfı, İsmailî yapılanması için büyük paralar döküyor. 
Şii camilerinin devlet gücüyle yapıldığı belli. İçlerinde sağlık ocağı, aşevi, okul ve yurt da bulunuyor, duvarlarda poster poster mollalar. Haberiniz olsun İran, ufak ufak dünyayı kuşatıyor. 
Bütün bunlara rağmen nüfus ekseri Sünni Şafii. Umman asıllıların arasında bir miktar İbadi var. İbadilik Hariciliğin kolu malum, yer yer Mutezileye kayıyor.
ÇAKMALARA KANMA 
Ortalıkta mebzul miktarda Masai görüyoruz, bunlar fotoğraf çekenlerden kopardıkları bahşişlerle geçiniyor. Kirli şişelerdeki mayileri, otlarla köklerle karıştırıp ilaç yapıyor, ipe dizdikleri boncukları satıyorlar. Ayaklarında araba lastiğinden sandaletler. N’apsam bi’ konuşsam mı acaba? “Yaa boş ver mümin” diyorlar “onlar Masai filan değil, alayı çakma!” 
Hakiki Masailer mızrağını elinden bırakmaz, üç aslan öldürmeden talip olmazmış sevdiği kıza. Onları öööle parayla zıplatamazmışsınız. Adam cengâver abi, palasını bi’ sıyırırsa var ya! 
Darüsselam halkı bol bol deniz mahsulü yiyor, ancak tavalarda balıktan ziyade ahtapot, kalamar gibi kafadanbacaklılar kızarıyor, bizi açmıyor. Kivukoni pazarında ne balıklar ne balıklar...Tazeliğinden şüphe yok, teknelerden yeni iniyorlar zira. 
Eyvah yer bitti, Zengibar muhabbetine de girecektik güya… 
Uganda’dan Tanzanya’ya Selam olsun Darüsselam’a

Uganda’dan Tanzanya’ya Selam olsun Darüsselam’a

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.