Suçsuz mahkûmlar

A -
A +

İstanbul’daki Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda gün sayan hanımlar “nispeten” şanslılar. Evet demir parmaklıklar arasındalar, belli saatlerde yatırılıyor, kaldırılıyorlar. Ancak kadın doğum ve psikiyatri uzmanına çıkabiliyor, diş tedavilerini yaptırabiliyor, dilerlerse İSMEK ve Halk Eğitim’in verdiği takı, dikiş, örme oyuncak, kuaförlük, bilgisayar, İngilizce, aşçılık gibi 18 dalda sanat öğrenebiliyor, sertifika sahibi oluyorlar.
Atölyelere devam edenlerin sayısı 455 (takriben yarısı) ve sayı her geçen gün artıyor. İsteyen gazete, kitap okuyabiliyor, televizyon seyredebiliyor, spor yapabiliyor. Türkçe, sosyal bilgiler ve fen dersi kursuları var, 90 hükümlü açık öğrenimde (orta, lise, üniversite) okuyor.
Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürü Nedim Elbistan “Yetmiş hükümlümüz tekstil atölyesinde çalışıyor, maaşları ödeniyor, sigortaları yatıyor. Kalitemiz yüksek. Ürünler direkt yurt dışına gidiyor” diyor. Bu sayede para da kazanıyorlar, vakitleri bereketli geçiyor, yasa pusa bağlamıyorlar.

Suçsuz mahkûmlar

ADALET ANAOKULU
Bu imkânlar üç aşağı beş yukarı diğer cezaevlerinde de var. Ancak Bakırköy’dekiler sabah çocuklarının (2-6 yaş) yüzünü yıkıyor, saçını tarıyor, öpüp koklayıp kreşe yolluyorlar. Kreş beton renkli cezaevi avlusunda vaha gibi, piyasadakilerden fazlası var, noksanı yok.


Elli öğrenci kapasiteli Adalet Anaokulunda 35 çocuk eğitim görüyor. Sabah 09.00’da geliyor arkadaşlarıyla açık büfe kahvaltıda buluşuyorlar. Burada oyunlar oynuyor, masallar dinliyorlar. Öğlen yemeklerini yiyor, uyuyor, bahçeye çıkıyorlar. Bir hayırsever 15 bisiklet bırakmış, biri şirin çizmeler almış, sulu boya, kuru kalem istemedikleri kadar, kalemtıraşlar kavanozlara sığmıyor.  
Kütüphaneleri, fen matematik, müzik drama ve resim atölyeleri var. Kâğıttan kayık, gramofondan fener yapıyorlar. Oyuncaktan yana dertler yok. Zaten bir kısmının annesi cezaevinin oyuncak atölyesinde çalışıyor.
Arzu ve taleplerini yazdırıp panoya asıyorlar. Mesela “Furkan motosiklete binmek istiyor”... Bakalım bir motorcu abisi arkasına alıp tur attıracak mı ona?  
Salıncak, kum havuzu, kaydırakları var. Bırakın doya doya koşsunlar. Lavabolar da onlara göre, en yerden bitmesi bile musluğa uzanabiliyor. Kendi mutfakları var, yemekler orada pişiyor, çocuklar doğranan sebzeleri izliyor, sanki evdeymiş gibi kavrulan soğanın kokusunu alıyorlar. Onlara onların seveceği yemekler çıkıyor.  İkindiye doğru meyve suyu, kek, kurabiye ikram ediliyor.  Ablaları abileri onları haftanın belirli günleri at binmeye, yüzmeye, sinemaya, kardeş okulları ziyarete götürüyor.
Yorulup sıkılınca “Hadi evimize dönelim” diyorlar. Cezaevimize!

Suçsuz mahkûmlar

LEB DEMEDEN
Çocuklar çok zeki, yabancılar takriben üç ayda Türkçeyi söküyor. Gördüğüm o ki Berrak bir İstanbul ağzıyla konuşuyorlar.
Milan hiç konuşmayan bir çocukmuş, Türkçeyi öğrenmiş, kendi lisanını da hatırlamış hatta. Şimdi bülbül kesilmiş, konuşuyor da konuşuyor.
Jasmi zaman zaman ağzından water, bread, salt kaçırsa da anlaşıyor arkadaşlarıyla.

Suçsuz mahkûmlar

HER GÜN BİR SAAT BAHÇEYE ÇIKILIYOR
Gözünü cezaevinde açan bir çocuk her şeyi tanımaya muhtaç. Normalde gri renkli bir avludan başka bir yer görmeleri zor. Manavın, bakkalın, kasabın, otobüsün, trenin, vapurun nasıl bir şey olduğunu bilmiyorlar. Artık annelerinin anlattıklarından ne kalıyorsa akıllarında. Evet çorba içiyorlar ama mercimek görmemişler hayatlarında. Bu yüzden Adalet Anaokulunda her şeye dokunmaları sağlanıyor. Küçük bir bahçeleri var, bir şeyler ekiliyor, toplanan meyvelerden (tabii birlikte) reçel yapıyorlar.
Akşam dersleri bitiyor, koğuşa dönüyorlar. Annelerine anlatacak ne kadar da çok şeyleri birikiyor. Cezaevinde yemek yapmak yasak ama çocuklu annelere tencere, ocak, su ısıtıcı veriliyor.
Adalet Anaokulu talebeleri henüz küçükler ama onların da fenden matematikten hisse alacağı şeyler var.
Masalar, dolaplar hep çocuklara göre hazırlanmış, düşüp kafalarını çarpacakları köşeler yuvarlatılmış.
Her gün (hava soğuk ve yağışlı da olsa) bir saat bahçeye çıkılıyor.
İçlerinden ateşlenenler, hastalananlar, düşüp dizini dirseğini kanatanlar da oluyor. Onlarla bizzat öğretmenleri ilgileniyor, kendi çocuğu gibi, tahlillerini ilaçlarını takip ediyor.
Onların işi iki kat sıkıntılı. Bir çocuk için endişeleniyorlar, bir de anneleri için. Parmaklıklar arkasındaki kadının da rahatlatılması lazım, canından parça zira.

Suçsuz mahkûmlar

YILDIZLI BEŞ
Karne diye bir şeyi tanımaları lazım. Merasim yapılıyor, karneleri tek tek dağıtılıyor, aferinler havada uçuşuyor.
Hediyeler, oyuncaklar veriliyor, başları okşanıyor. Cezaevi atölyeleri anaokuluna bakıyor, o gün annelerin hepsi camda.
Zaman zaman veli toplantısı da yapıyor, çocuklarının videolarını gösteriyorlar onlara. Bir çocukla yıllarınız geçince, bağlanıyorsunuz tabii. Artık onlar size evden biri gibi sokuluyor, elinizden tutuyor, boynunuza sarılıyorlar. Ve bir ünsiyet peydahlanıyor sonunda.

Hele Müdür Bey’in geldiğini görmesinler; koşan koşana, teklifsizce kucağına atlıyorlar. Adı Nedim Baba’ya çıkmış, o da hakikaten babalık yapıyor. Eliyle kek yediriyor, çay içiriyor, burunlarını siliyor.
Diyelim çocuk altı yaşını doldurdu, kanunlara göre artık buradan ayrılması gerekiyor.
Bu, onlar için çok acı oluyor, ayrılmak istemiyorlar. Çok ağlıyor ve ağlatıyorlar. Öğretmenlerin içinden bir şeyler kopuyor.
Cezaevlerine telefon alınmadığı için kalemle not tuttum. Yukarıdaki cümlelerin hangisi kime ait karıştırdım. Ancak başta müdire Arzu Aslan Hanım olmak üzere Betül Özdeniz ve Şeyma Geyik öğretmenlere teşekkür ediyorum. İşlerini severek yapıyor, garip ve çocuk duası alıyorlar. Ne mutlu onlara.

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.