İşkence adası Nargin

A -
A +

Biliyorsunuz Birinci Cihan Harbi’ne Almanya, Avusturya Macaristan, Bulgaristan ve İtalya ittifakı ile gireriz. Bulgarlar erken bırakır, İtalyanlar ise karşı cenaha geçerler kurnazca.
Rusya uyanıktır, İngiltere, Fransa, Belçika, Sırbistan, Yunanistan, Romanya, Portekiz, Japonya, Brezilya ve ABD’nin bulunduğu tarafta durur, yani pastayı paylaşacaklar arasında…
Sarıkamış sıkıntısının ardından Osmanlı bölgeden çekilmeye başlar, Ruslar girdikleri yerde katliam yaparlar. Mesela Ardahan’da bir gün içinde 50 köyü yakar, 500 Müslüman’ın canına kıyarlar.
Yakaladıklarını hayvan vagonlarına tıkar, akıbeti meçhul bir yolculuğa çıkarırlar. İlk durak Tiflis’tir, ölenleri savurur atar, kalanları alır getirirler Hazar kıyılarına.
Harp öncesi Batum ve Odessa’da pastacılık yapan hayli Türk vardır. Ermenilerin teşviki ile onlar da gözaltına alınır, Omsk, Uralsk, Samara, Nijniy, Horkov ve Bakü esir kamplarına yollanır. Subaylar kaçamasın diye Sibirya’ya sürülür. Taaa Çin hududuna, İrkutsk’a.
 “Yüz elli kişiyi aşan subay kafilesi, bir Ermeni teğmenin kumandası altında Sarıkamış İstasyonuna getirildik. Dar, havasız vagonlara yerleştirildik. Kor Nehri Vadisi’ni izleyerek akşam vakti Tiflis İstasyonu’na vardık. Pencereler kapalı olarak üç gün keder içinde bekledik. Su, dirhemle verildiğinden bayılanlar oldu. Kimsenin şikâyete hakkı yoktu. Çünkü Moskof elinde esirdik. Onca ricadan sonra vagonda bir aralık açılmasına izin verildi. Çilemiz kamplarda da sürdü. Milletlerarası kurallar yerine getirilmiyor, esir subaylara rütbelerine göre verilmesi icap eden aylıkları ve erlerin istihkakı gasbediliyordu.”
Esirlerin hâli içler acısıdır, onları gözden ırak tutmalıdırlar, Azeriler ayaklanır yoksa. Rus Kızılhaç Başkanı Prens Oldenburg “Götürün atın” der, “Nargin adasına!”
Nargin alçak bir kayalıktır, tepesi kuytusu yoktur, ot bitmez, gölge tutmaz, su bulunmaz, yazın fırın, kışın ayaz... Azeriler Böyyüh Zire derler ona. Zire “cezire”den gelir, Arapça ada.  
1814’de yapılmış bir deniz feneri mevcuttur ama metruktur o yıllarda.  
Ada haşerat yuvasıdır, hangi taşı kaldırsan altından yılan çıkar. Felaket zehirlidir, hele bi’ sokmasınlar...
Neticede binlerce Türk evladını getirip bırakır, silahlı Ermenileri dikerler başlarına.
Adadaki barakalarda azami iki-üç bin esir barınabilir. Çoğu dışarıda kalır, sığınır sokulurlar yılanlı çukurlara.
Dört yılda adadan 45 bin Türk geçer, 30 bini sağ çıkabilir anca.
Hâlbuki Osmanlı, Rus esirlerini ne zincire vurur ne de aç bırakır. Subayların maaşlarını verir, ısıtır, barındırır, yastık battaniye sağlar. Takas edilecekleri güne sıhhatli çıkmalarını arzularlar.  
Nargin’de yemekler iğrençtir. Ezik çürük lahanalar katılır aşa… Tuzu, biberi kim bulmuş, ekmekler küflü gelir daima.
“Sabah arkadaşlar karavana getirirdi koğuşa. Çay bulanık bir sıvı, fena kokardı. Akşamları süpürge tohumu taneleriyle, patates, bazen çorba, bazen lapa kıvamında. Yumrular kazana çamuruyla atıldığı için dibi balçık olurdu daima.”
Ama bir gün etli yemekler tatlılar çıkar, ardından güreş yapmaları ve bar tutmaları istenir. Şaşkın çocuklara “Haydi gidin oynayın” derler, “kumsalda.”
Bunları sahne sahne filme alır, Hilâl-ı Ahmer’in ağzını kapatırlar akılları sıra. Kayıtlar 92 yıl sonra KGB arşivinden çıkar. Bir kısmının beden sağlığını kaybettiği ortadadır.

İşkence adası Nargin

Çoğu, asabiyeciye muhtaçtır ayrıca.
“1915 yılının ilk ayıydı. Şimdi Kubişef adını taşıyan Samara İstasyonu’na gelmiştik. Bir Rus doktor geldi, şehirde tifüs salgını olduğunu söyledi. Esir trenleri karantina altındaymış. Sonradan Rus gazetelerinden öğrendik ki, öyle bir şey yokmuş, bizi günlerce aç susuz bırakıp ölmemizi beklemişler vicdansızca. (Hüsamettin Tugaç hatıralarından)
Gece Bakü’nün ışıkları görünmektedir. İyi de nasıl haber uçurmalı gardaşlara? Hem duysalar ne yapacaklar? Onlar da tutsak değil mi sonunda?
Bu arada Bolşeviklerin saflarında bulunan siyasetçi Dr. Neriman Nerimanov ‘esirleri muayene’ bahanesiyle adaya çıkar. Gördüklerini bir rapor hâline getirir ve okur Duma’da.
 “Burada su çetinlikle ele düşen bir şeydir. Nargin arsa-i Kerbelâ’dır âdeta. Su olanda hörek (tayın) yok, hörek tapılanda (bulunduğunda) su yok. Bu yılan yuvasında yaşamaya değil, ölmeye mahkûmlar. Kuruluktan dilleri göğermiş, açlıktan dudaklarını kemiriyorlar. Sivil esirler içinde 80 yaşında ihtiyarlar, iki yaşında körpeler var.”
 Mahallî basın ve kanaat önderleri devreye girer. Esirlere yardım için çırpınırlar. Balalar ellerindeki çörekleri Hazar’a atar, öyle ya belki ola varır adaya…
Açık Söz, Basiret, İkdam, Son Haber, Sada-yı Kafkas’ta çıkan haberler üzerine Çar II. Nikola açıklama yapmak mecburiyetinde kalır kamuoyuna.
Bu esnada Bakü zenginlerinden Sona Hanım Cemiyet-i Hayriye’yi kurar, gazetelere ilan vererek halkı çağırır yardıma. Muhtaçlara Kömek Cemiyeti de üstüne düşeni yapar fazlasıyla.

İşkence adası Nargin
Azeriler gıda ecza ve kıyafetlerle hayra koşarlar. Şehir eşrafından Ali Asger, Hacı Zeynel Tagiyev servetlerini feda ederler bu uğurda.
Cemiyet-i Hayriye’nin hizmetlerden biri de, nakil esnasında ölen müminlerin İslami usullerle defnedilmesidir. Sefer Aliyov’u bu işle vazifelendirirler. Lakin Ruslar Nargin’deki naaşları vermez, toplu mezara atar, üzerlerine kireç serperler bolca. Ne zaman ki, elli oldu kapatırlar. Sonra bir çukur daha.
 “Ayşe Hanım millî hisleri kuvvetli bir hanımefendi idi. Her fırsatta ziyaretimize gelir, bize ‘Asker evlatlarım’ derdi. Âdeta kampın annesiydi. Bayram sabahları yanımızda olurdu mutlaka. Kâhyası neredeyse maaşımız kadar harçlık sıkıştırırdı avucumuza. Sonra birer kat çamaşır, ayakkabı vesaireyi muhtevi bohçalar... Onu merasimle karşılar, tabur hâlinde selamlar, uğurlardık dualarla. Merhum İsrafil Gacırof’un zevcesi Seniha Hanım da her hafta zabitan ve efradımızı ziyaret ederdi. Yaralarımıza bizzat pansuman yapacak kadar şefkatliydi. Ancak Ruslar onu adaya sokmadılar.” (Ahmet Göze)
 Bakın şu işe ki Sona Hanım’ın konağında çalışan Rus kâhya Nargin’deki generalin akrabası çıkar. Komutanı davet eder meramlarını anlatırlar. Esirlerin haftada bir gün Bakü’ye gelmesi hususunda izin koparırlar. Onları sahilde karşılar ve aralarında paylaşırlar. Evlerine götürür, yıkanıp paklanmalarını sağlar, temiz çamaşırlar seçme kıyafetlerle donatırlar.
 Esir subaylar her pazar  muhafızlar eşliğinde şehre getirilirdi. Onları görmek için iskeleye koşardık. Şehrin zenginlerinden Topçubaşı Ali Merdan Bey, Nagiyev, Tagiyev ve Kuluyovların hususi otomobilleri beklerdi. Çatana gelince Türk subaylarını arabalarına oturtur, şehri gezdirir,  evlerinde ağırlarlardı.
Azeriler esirleri getirip götürürken çifte sandal kullanır, deniz kabardığında biriyle kaçırır, diğerini alabora eder bırakırlar. Ruslar boğulduklarını sanır, takibe almazlar. Kaçıp kurtulanlardan biri de Vecihi Hürkuş’tur mesela. Esirler İran’a geçirilir, Tebriz yolu ile yollanır Anadolu’ya. Azeriler en güçlü atlarını onlara bağışlar.
Gerçekten büyük fedakârlık, ya ortaya çıkarsa?
Nitekim çıkar, Ruslar üseraya (esirlere, kölelere) yardım eden kim varsa evlerinden toplar, hemen o gece dizerler kurşuna. Sona Hanım ve Ali Asger Bey de vardır aralarında.
 “Türk esirleri kaçıran teşkilat umumiyetle talebelerden ibaretti. Sayımız azdı, ancak Bakü’de yaşayan eşraf, bilhassa hanımlar kesenin ağzını açtılar. Esirlere silah ve fener göndermeyi başardık. Kayıklarımız, gece yarısı gizlice adaya yanaşır, kaçırılması planlananlar anakaraya ulaştırılırdı. Bir gün 16 subayı Nargin’den aparmış, kayığı Zığ Burnu’nunda saklamıştık. Gece çıkan fırtınada sandal ipini koparmış, sürüklenmiş açığa. Ertesi gün Rus gazetelerinde firari subayların boğuldukları yazıldı. Hâlbuki Cemiyet-i Hayriye’deydiler o sıra.” (Seyyidli Mir Aziz)
Şehirlerimiz kasabalarımız işgale uğradıkça Azeriler topladıkları paraları Anadolu’ya yollarlar. Bir ara sorarız; “Miktar artıyor, bunları nasıl ödeyeceğiz sonra?”
Güler geçerler; “Kardeş kardeşe borç verebilmez, kömehlik (yardım) edebiler anca!”
Mehmet Emin Resulzade başkanlığındaki Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti ilan edildiğinde (28 Mayıs 1918) Osmanlı Devleti tanır ilk defa.
Ancak Bakü, Ermeni ve Bolşevik çetelerin elindedir hâlâ. Azerbaycan hükûmeti, faaliyetini Gence’de sürdürebilir zorluklarla. İstanbul hükûmeti kardeşlerini yalnız bırakmaz, Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu yardıma koşar. Göyçay, Salyan, Ağsu ve Kürdemir’i katillerden arındırır, 15 Eylül’de Bakü’yü kurtarırlar. Bu arada 1.130 evladımız şehit düşer, dile kolay!
Nargin elimizdedir artık, esirler derin bir nefes alır nazlı hilalin altında.
Ama ne yazık ki Azerbaycan, Nisan 1920’de Kızıl Ordu’nun hukuksuz işgaline uğrar.
Hürriyet meşalesi 70 yıl sonra yanacaktır bir daha.
20 Yanvar (Ocak) 1990’da, Azadlık Meydanı’nda!
Ruslar sıcak denizlere inme sevdası ile bize saldırırlar. Çarların sabıkası çoktur, Bolşevikler de aşağı kalmaz milyonlarca Türk’ü yerinden yurdundan eder, milyonlarcasını dizerler kurşuna…
Kaldı ki Rusların ve Acemlerin anlaşmalara uymamak gibi bir huyları var. İpleri ile inilmez kuyuya.
Astana’da gülücük dağıtanlar, İdlib’de çocuk katledebilir vicdansızca…
Tamam alalım satalım ticaret yapalım ama bu kadar unutkanlık da hoş değil.  
Eğer “Tarih tekerrürden ibarettir” sözü doğruysa...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.