Matematik dersinde öğreneceğin ilk kaide: Elmalarla armutlar toplanmaz!!

A -
A +

Yok birinci musluk havuzu beş dakikada dolduruyormuş da, öbürü üç dakikada. Peki ikisi açıkken ne kadar zamanda?

Çocuk aceleciliği işte, üçle beşi toplayıverirsin: Sekiz!

-A benim şaşkın oğlum biri açıkken mi daha kısa zamanda dolar, yoksa ikisi açıkken mi?

-İkisi açıkken örtmenim.

-Eeee daa ne? Senin neticene göre zaman eksilmedi arttı ama.

-O zaman beşten üçü çıkaralım.

-Allahümmessabirin. Ya Rabbi sabır ver bana.

-Çarpcak mıydık yoksa?

-Şimdi bi çarpçam! Ayrılacakksın çarpanlarına!

Yani büyükleri de anlamak zor, topluyorsun kızıyorlar, çıkarırsın yine kızıyorlar.

BASBAYAĞI KESİRLER
Annesi Ali’yi otuz tam bir bölü iki lirayla bakkala yollar, parasının iki bölü yedisiyle peynir, beş bölü dokuzuyla zeytin alır, geriye kaç lira kalır?

Sıfır. Çocuk kalan parayı, leblebi ununa ve çatapata yatıracaktır zira.

Biz içinden çıkamadığımız sorulara yanlış derdik, bak yine hatalı basmışlar kitaba.

Haydi bunların gündelik hayatta bir karşılığı var, peki ya limit, türev, integral?  Mimar Sinan mekân hacimlerini hesaplarken integral kullanmış, çok da işine yaramış. Keşke biz de işlemle uğraşacağımıza mesele çözeydik, belki daha iyi şekillenirdi kafamızda. 

Size de oluyor mu bilmem. Benim kâbusum cebir imtihanıdır. Rüyalarımda içinden çıkılmaz sorularla uğraşır, çareyi zulalarda ararım. Muallim gözüme baka baka gelir ve cetvelle dürtüp “aç avucunu” der hışımla. “Ne o kopya mı çekiyorsun yoksa?”

İnkâr eder, diklenirsin yutmaz. Bir uyanırsın kan ter içinde. İnsan hortlak görse bu kadar korkmaz. 

LATİNCEDEN UYARLAMA
Peki matematik rejime payanda olabilir mi? Pek olmaz gibi geliyor bana, lakin devrimciler devirmeyi sever, terimlerle uğraşırlar.

Poligon deyince silah atılan yer geliyor değil mi aklınıza? Lakin  geometride karşılığı başka. Latince ve Helencede poli çok demek (polikarbon, politika) “gon” ise bizdeki “gen”e tekabül ediyor galiba, kenar köşe gibi bir şey olmalı zannımca. 

Romalılar tetragon , pentagon , hekzagon , heptagon diyor, biz dörtgen , beşgen , altıgen, yedigen .

Peki noktaya niye tekgen, çizgiye çiftgen demediler acaba?

Mono bir (monolog tek sesliydi ya), di iki (dialog), tri üç (tripot) yani her taraftan sızmışlar lisanımıza.

Deca on, hekta yüz. Dekar, hektar da oradan geliyor. 

ECDAT NASIL SÖYLERDİ
Bir müsellesin mesaha-i sathiyesi, kaidesiyle irtifaının darbının nısfına müsavidir.

Failatün failatün failün. Şiir gibi ya.

Bazı zavallılar yazıp yazıp gülüyor, alaya alıyorlar. Abi bu senin dedenin dili. Eğer ona alışsaydın bunlara gülecektin, “açı” da ne diyecektin “keçi” gibi!

Zaviye, ufkî, müsavi, murabba… Adriyatik’ten Çin Seddi’ne gidebilirsin bunlarla, hatta Gana’dan, Java’ya...

Taksim (bölme), tarh (çıkarma), darp (çarpma), aşari (ondalık),  hat (çizgi), nısf-ı kutur (yarıçap), mahruti (konik), kavis (yay), müştak (türev), mecmû (yekûn, toplam), nisbet (oran), faraziye, nazariyye...

Şimdi elinizi vicdanınıza koyun “hattı müdafaa yok, sathı müdafaa” sözü mü hoş geliyor kulağınıza, yoksa “çizgisel değil, yüzeysel savunma!”

Cenup ve şimal gibi cihana mal olmuş kelimeleri “gün- ey”, “kuz- ey” diye eymek bükmek neye yarar?

Maziyle ve dostlarla irtibat koparmaktan başka?

Yok, düz-ey, yüz-ey, dik-ey, düş-ey, bük-ey (iç ve dış diye ikiye ayrılır kendi aralarında) “ey” parantezine al, uydur uydur salla!

Peki permutasyon, kombinasyon, determinant, diskriminant hakkında niye bir şey buyrulmadı acaba?

Daaa gelmediler miydi oraya?

SOR ARKADAŞINA!
Vefa köklü bir liseydi, namlı mimli hocalarımız vardı. Fizikçi Azade (Tokdil) onlardan biriydi mesela.

Sözlüye iki kişi kaldırır, biri diğerine problem sorar.

İçinde her şey olabilir, yer çekimi, atalet, birleşik kaplar, sürtünme, mercekler, aynalar, merkezkaç, kaldıraç, makara...  Sual sorabilmek mevzuyu iyi anlayanın harcıdır, işte burada çapın çıkar ortaya.

Yazılı sorularını defterde kitapta bulamazsın, kopya da hazırlasan işe yaramaz. Çünkü Azade Hanım tekrara düşmez, o problemle ilk defa karşılaşmışsındır hayatında.

Ufak tefek minyon bi kadıncağız, doktora da yapmış, İTÜ’de derslere giriyormuş rivayet doğruysa. Talebeler ona sıfırcı derlerdi, bana müşfik ve mutedil geldi. Belki de bizim okuduğumuz yıllarda (1974-75) yaşlanmış, yumuşamıştı.

Beni ilgisiz buluyordu, kazanmak için çok uğraştı, baktı laylaylomlardayım hâlâ, “Eylülde öğrenirsin” dedi kibarca.

İyi de haziran mezunu olmazsam Hava Harp Okuluna giremezdim ki. Subay çocuğuydum (tercih sebebi), Rahmetli dayım Kıbrıs’a ilk çıkan subaylardan, yaptıramayacağı iş yoktu TSK’da.

Ailemiz Selanikliydi sonra, üstelik ana tarafım mübadelede İzmir Kemalpaşa’ya düşmüştü, babam tarafı Bursa Mustafakemalpaşa’ya. Kendimi bildim bileli Kartal Dergisi (HvKK yayını) okurdum. Küt burunlu F 100’leri, rokete benzeyen F 104’leri, delta kanatlı F 102’leri gözü kapalı çizebilir, Mig, Mirage, Harrier ve SAAB üzerine laf ezebilirdim rahatlıkla.

Orta mektep yıllarım Eskişehir’de geçmişti, gece jet sesleriyle yatar, jet sesleri ile uyanırdık sabaha. Ambulansla itfaiye birlikte geçti mi “eyvah yine tayyare düştü” der, seyirtirdik peşleri sıra. Hiç unutmam bir kaza kırım ekibini izlemiştim Yıldıztepe arkalarında. Hava üssünde girmediğim yer yoktu, nizamiyedekiler tanır, bekletmezlerdi fazla.

Şimdi gidip “bir” not istesem (karneme 4 gelecekti) verir miydi acaba?

Sanmam. “Onu zamanında düşünecektin evladım” derdi ihtimal, “ben çok söyledim sana!”

İkmalden de gözüm korktu, tutar alengirli şeyler sorar mı? Sorar. Ters köşe yapar mı? Yapar!

YİĞİTLİĞİN ONDA DOKUZU
Ben de gittim Doğu Anadolu’da bir yerlerden dilekçe yolladım, “şu tarihler arasında İstanbul’da bulunamayacağımdan imtihanımın filan yerde yapılması hususunda...”

Başka kalan yokmuş, imtihana tek başıma girdim, fizik hocası solundan mı kalkmış ne, ters ters bakıyor.

-Bu da nereden çıktı ya?

Biz kitabı bitirmiş ilaveler okumuşuz, onlar baştan üç beş bahis işlemiş, yarılamamışlar bile daha.

Soruların hepsini yapabilirdim, geldi dikildi başıma, “yeter bu kadar” dedi, “kâğıdın geçer tamam. Haydi toplan çıkalım, bizim de işimiz gücümüz var!”

Cebir geometride muvaffakiyet hocayla yakinen alakalı. Öyleleri vardır formülleri şiirleştirir, çarpıcı misaller verir, sevdirir çocuğa. Zevk alırsın, sanki çapraz bulmaca.

Vefa Lisesindeki İhsan Hoca gibi mesela. Yandaki sınıfa girerdi, meşin çantasından taşan kitaplarla. 

Yazılı notlarını okur, herkes on. Biri dokuz mu aldı “aaa niye evladım? Teneffüste kal da beraber bakalım o mevzua.” 

Bazısı da ketumdur, kendi kendine mırıldanıp bir şeyler yazar tahtaya. İçine ağırlık çöker, gözlerin kapanır,  tebeşir kayıp da vccczk edince uyanırsın. “Hoca’m o “7” nereden geldi?”

-İkiye böldük ya.

-Neyi böldük Hoca’m niye böldük?

-Geçir defterine, anlarsın sonra!

ÇALMAK AYRII ÇALMAK AYRI!
Biraz daha yerimiz var, fizikten müziğe geçebiliriz rahatlıkla.

Tahsil hayatımız boyunca karşılaştığımız parçaların alayı yabancı, oradan buradan araklama. Mesela sözleri Ali Ulvi Elöve’ye ait olan dağ başını duman almış… “Tre Trallande Jäntor” (Üç şırfıntı) adlı bir İskandinav şarkısından çalınma. Üstelik nerede seslendiriliyor? Alkollü mekânlarda. Bizimkiler “yürütelim arkadaşlar” demiş, İsveçlinin haberi olmaz nasıl olsa...

Matematik dersinde öğreneceğin ilk kaide: Elmalarla armutlar toplanmaz!!
Vefa Lisesi

Onuncu yıl marşı da, Jean-Jacques Rousseau’ya ait “Le devin du village” (Köyün Kâhini) operasından aparma.

Millî marşımızın bile millî olduğu şüpheli, Maarif vekâleti, Ali Rıfat’ın (Çağatay) “acemaşiran” bestesinde karar kılsa da Batıcılar geriden dolanır iki puan alırlar. Riyaset-i

Cumhur Orkestrası Şefi Osman Zeki (Üngör) dumanlı bir balo akşamı pazarlayıverir haziruna. “Tamam bu olsun!” 

Şak şak şak, yaşa!  İşte bu kadaaaar!

Bursalı Dr. Osman Şevki müzikten anlayan bir mebustur. “Bu beste kesinlikle özgün değil” der, “Karmen Silva adlı bir Alman sokak şarkısından alınma!”

Bırakın bestesini, sözü müziğine oturmayan bir başka millî marş yok dünyada. “...larda yüzen, muuun üstünde, diiir o benim... Pes valla!

DEVEYİ HAVUDUYLA
Cumhuriyetin müzik geçmişi ne yazık ki intihallerle dolu, intihal dediğin telifsiz, teklifsiz çalma, emeği yok sayma. Azerbaycanlıların Bakü’ye giren “İslam Ordusu” için yazdıkları ve İzzeddin Humayi Elçioğlu’nun bestelediği “Kafkasya Dağlarında çiçekler açar” İzmir Marşı oluverir bir anda. 

“Hoş gelişler ola Kahraman Enver Paşa”yı da devşirirler pervasızca.  Kim itiraz edebilir ki? Tek kale maç yapmaktadırlar o sıra.

Alman mekteplerinde “Şimdi okullu olduk” şarkısını duyarsınız şaşmayın. Parçanın adı “Alle Vögel sind schon da” (Şimdi bütün kuşlar burada). Daha da eşelerseniz Wolfgang Amadeus çıkar karşınıza: “Ah, vaus diraije maman.”

Sadece o değil, Avcı, Yüzük, Sonbahar, Arı, Şakrak Bülbül, Bahar kuşları, Değirmenci gibi onlarcası Almancadan; Topaç, Kelebek gibileri Fransızcadan aktarma.

Tek parti devrinde, tek sesli nağmeler “kesinlikle yasaktır” işte onun için birlikte okuturlar. Faşo Benito’nun kara gömleklileri gibi koro kıvamında.

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.