Adı cevizden geliyor: Beykoz

A -
A +

Sıraselviler, Cevizli, Cevizlibağ... Demek zamanında ne çok ceviz varmış İstanbul'da...

Kozağacı, Kozluk, koz helva… Buradaki kozlar ceviz oluyor efendim. Yani ceviz ağacı, Cevizlik,  ceviz helva… 

Peki Beykoz?

Şimdi geleceğiz oraya.

Boğazın şirin semti hem Karadeniz kıyısındadır hem Karadenizliler çoğunlukta. Rize, Trabzon gibi sahilden itibaren yükselir, sağın solun orman kesilir bir anda. İnsanın “kestane, gürgen, palamut” diye mırıldanası gelir âdeta. 

Beykoz sudan yana nasiplidir. Menbaları gür ve lezzetlidir. İstanbullular alıp bidonlarını gelir, Onçeşme, Kaymakdonduran, Karakulak, Sırmakeş, Soğuksu ve Kestanelik çeşmelerinden doldururlar. Bir çayı olur pırlanta, oh dedirtir, on numara. 

Zemin sulak olunca Riva, Küçüksu, Göksu dereleri dolu dolu akar.

Beykoz eski bir balıkçı köyü. Ama bir köy Boğaz’da bulunuyorsa omuz silkip geçemezsin ona. Akdeniz’i Karadeniz’e bağlayan bir hat, her devirde mühimdir. Bu yüzden Ceneviz, Roma, Sasani (609) elde tutmaya bakar, derken Müslüman Araplar (669). 

Sonra yine Bizanslı yıllar, ta ki Yıldırım Bayezid’e kadar (1402).  

İstanbul kuşatıldığında Beykoz fetih ordusunun elindedir, Kocaeli uç beyleri ikamet etmektedir burada. 

Adı cevizden geliyor: Beykoz

GEYİKLER KARACALAR

Osmanlıda beyler paşalar (hatta padişah) zaman zaman Beykoz’a gelir, Akbaba Çubuklu civarında cirit oynar, av kovalarlar. Yani bir nevi talim. Okuyla yayıyla (bilahare çakmaklı tüfeği ile) hemhâl olur, atlarını zinde tutarlar. Düşünün Hünkar çayırından dalar Şile’den çıkarlar. Vücutları idmanlıdır, gözleri yoldan korkmaz, “ha” deyince sefere çıkabilirler, çadıra ve çamura alışkındırlar nasıl olsa.  

İşte o gün Fatih Sultan Mehmed at koşturmaktadır, bir ulak gelir soluk soluğa. "Sadrazamın selamı var efendim, Tokat fethedildi haberiniz ola!" 

Fatih çok sevinir, “O zaman şuraya bir meyve bahçesi kuralım, adını da Tokat koyalım! Hem fakir fukara yesin hem nasip olsun kurda kuşa” der. 

Tokat Bahçesi zamanla havuzlar ve kasırlarla bezenir, kafeslerde kümes hayvanları beslenir. Bostan, bahçıvan, zerzevat… Saraya da gider, ekene biçene de yeter artar. 

Hünkâr İskelesi'nden sonra, kâğıthaneler, kayıkhaneler dizilir, mesireyi çeviren ağaçlar en az 150 yaşındadırlar. Sultaniye Bahçesi'ne kadar yalılar sıralanır, sahil sarayları hanedan ve devlet ricalini ağırlar. 

Bahar aylarında Akbaba Sultan, Ali Bahadır, Dereseki, Alemdağ, Koyun Korusu, Anadolu Kavağı, Fener, Poyrazköy, Çayağazı, Değirmendere, Bozhane, Akbaba ve Yuşa Nebi mesirecilerle dolar.

Abraham Paşa ve Mihrabad Korusu fevkalade manzaralıdır, Boğaz halı gibi yayılır, ayaklarınızın altına. 

Adı cevizden geliyor: Beykoz

NE DEMİŞ EVLİYA?

Âdettendir, açalım bir de seyahatnameyi bakalım. Acaba Evliya Çelebi ne demiş bu hususta: “… belde lebideryadır. Servi Burnu’nun üç bin adım güneyinde bir liman-ı azîmin kenarındadır. Mamurdur, bakımlı sokakları ve müzeyyen çarşısı, camisi, mescidi, mektebi ve hamamı ile tekmil tamamdır. 800 hanedir, halk ya oduncu, balıkçı, ya da bahçıvandır. Ab-ı havası, meyvesi sebzesi ile tanınır. Dalyancılar, beş altı gemi direğini denize dikip bağlar, tepesinde sırayla nöbet tutarlar. Eğer kılıç balıklarını görürlerse arkasına taş atarlar. Onlar da liman ağzına kaçar, gider ağlara takılırlar.”

Beykozlular eskiden beri cam, çömlek, deri eşya yapar. 

Hünkâr İskelesi'nde Bostancı Ocağı tarafından çalıştırılan miri değirmenler vardır. İdarecilerine "uncubaşı" denir ki pek itibarlıdırlar.  

Derken İtalya'da cam billur üzerine derinleşen Mehmed Dede adlı Mevlevi dervişi bir imalathane açar. Beykoz işi çeşmibülbüllerin ünü şehrin dışına taşar. 

Dere kenarlarında mevzilenen çömlekçiler ise Beykoz testileri, yağ, sirke, turşu küpleri yapar. 

III. Selim devrinde Şakir adlı bir vatandaş kâğıt imaline başlar. Osmanlı kâğıt ve kaleme öyle saygılıdır ki o cihete ayak uzatmaz. 

Ancak Şakir Efendi, Avrupa rekabet edemez. Çünkü onlar bilek gücüyle değil buhar gücüyle çalışırlar. Abdülhamid yerli sanayiye destek olur ve Hamidiye Kâğıt Fabrikası yeni teknoloji ile imalata başlar. 

Malum İstanbul dericileri daha ziyade Kazlıçeşme ve Saraçhane’yi mekân tutar. Beykoz bol suyu ile cazip gelir onlara.

II. Mahmud döneminde Hamza adlı bir debbağ, Hünkâr İskelesi ile Servi Burnu arasına bir tabakhane kurar. 

Müessese bilahare orduya devredilir Asâkir-i Mansure-i Muhammediye için koşum takımları, çizme, kütüklük, palaska gibi askerî teçhizat yapar. 

“Dabakhane-i Klevehane-i Âmire” de buhar makineleri kullanır (1872) bilahare dizeller de gelir... Günde 300, 500 derken iki bin çift kunduraya ulaşır, Avrupalı hasımlarından aşağı kalmazlar. 1887'de Beynelmilel Viyana Fuarı’na katılır, kaliteleri ile altın madalya alırlar. 

Adı cevizden geliyor: Beykoz

KUNDURADA MARKA

Esnaf birlikleri ve gedikler hoşlanmasa da dünya değişmektedir, ayak uydurmak zorundadırlar. 

Beykoz Kundura, cumhuriyet ile (1923) Askerî Fabrikalar Umum Müdürlüğüne bağlanır, 1925'te Sanayi ve Maadin Bankasına devredilir, 1933'te ise Sümerbank'a.

Çocuklar, Sümer’in kunduralarından pek hoşlanmaz, çünkü serttir ilk hafta topukların üstünü yara yapar. Ama bir yumuşadı mı hamur gibi olur, ayağınızı sarar. 

Cuma günleri cami çıkışında vakit kaybedersiniz çünkü herkesin potini iskarpini Sümer’den alınma. İşi bilenler tabanına renkli raptiye saplar, dakkada bulurlar.  

Adı cevizden geliyor: Beykoz

VELİLER DİYARI

Beykoz kuşe-i uzlet arayan ulema için bulunmaz yerdir, oturup kitap yazsınlar. Akbaba Sultan Türbesi ve Mescidi,  Kanlıca’daki İskender Paşa Türbesi ve Camii, Dereseki köyündeki Kırklar Baba Türbesi, Orta Çeşme’deki Uzun Evliya ziyaret edilir. Yine Beykoz Çayırı tekkesinde Rifai müntesipleri ve Şeyh Edhem Sırrı Efendi medfundur. 

Ama Beykoz dendi mi Yuşa aleyhisselam gelir akla. Hazreti Yuşa'nın Filistin’de yaşadığını biliyoruz. Buraya gelip gelmediği meçhul olsa da okuduğunuz Fatihalar ulaşacaktır mutlaka.  

Hadîkatü'l-Cevâmi'ye göre Bostancıbaşı Mustafa Ağa iki cami yaptırır. Yalıköyü Camii ise II. Mahmud’un başkadın efendisindan yadigâr. (1853) 

Beykoz Hamamı 16. yy.da Hasodabaşı olan Behruz Ağa, Yalıköyü Hamamı ise uncubaşı Hacı Mehmed tarafından yaptırılır. 

Gümrük Emini İshak Ağa ise su hayrı kovalar. On çeşmeleri kazandırır İskele yakınındaki küçük meydana. 

Adı cevizden geliyor: Beykoz

BEYKOZSPOR

Ahmed Midhat Efendi’nin Beykoz'da kurduğu İttihat ve Teavün Cemiyetinin Mümaresat-ı Bedeniyye Şubesi, Beykoz Şark İdman Yurdu adıyla sahaya çıkar (1908). 

1921'de yine semtin takımlarından Zindeler Yurdu ile birleşir ve sarı siyah formayla kök söktürürler hasımlarına. Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray'a başa baş oynayan kulüp, uzun yıllar, Kelle İbrahim'in çabalarıyla ayakta durur, parasızlığa rağmen mücadeleden kopmaz. 

BEYKOZ VAPURU

Şirket-i Hayriye'nin 10 baca numaralı vapuru Beykoz 1857'de İngiltere'de inşa edilen 288 grostonluk bir yandan çarklıdır.

1955'te, Hasköy Tersanesinde yapılıp denize indirilen Beykoz ise 47 metre boyunda, 8,5 metre genişliğinde 450 grostonluk bir vapurdur. 

Hasköy ile Vaniköy adlı iki de kardeşi vardır, yıllarca hizmet ederler İstanbullulara. 

Adı cevizden geliyor: Beykoz

YAZIK ETTİK BEYKOZ'A

Yuşa Tepesi’ne doğru çıkarken son virajda durup bir arkanıza bakın. İki köprü, Çamlıca ve Eminönü’ndeki camiler çıkacak karşınıza. Hayret bu ne manzara!

Beykoz İstanbul’un en güzel semti olmasına rağmen düzensiz gelişir. Osmanlının üstüne titrediği bey paşa semti, cumhuriyetle sanayi sitesine döner. Şişecam, Tekel Rakı ve Beykoz kundura hayli işçi istihdam eder. Ancak arsa az vakit dardır, semti gecekondular sarar. 

Yalıköy, Paşabahçe, Anadolu Hisarı ve Kanlıca’da üç beş yalı ve konak kalsa da yamaçlar betonla ezilir, bitki örtüsü yok edilir acımasızca. 

Günümüzde yine itibar görüyor, eskisi gibi “mutena semt” olmaya çalışıyor.

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.