Dur kaçma... Kanun namına!

A -
A +

Western dedikleri kovboy filmleri stüdyolarda çekilir. O evler, oteller, barlar, saloonlar, tahta perdeden ibarettir. Sadece ön yüzleri boyalıdır, arkaları kontraplak levha artı payanda. Seyrederken hayran kaldığınız dağlar, çöller, kaktüsler fotoğraftır, yönetmen ne tarafa derse taşırlar oraya. Yani ben ne Silvercity’ler gördüm, yoktular aslında! Senaristler de kıymetli zihinlerini yormaz, aynı hikâyeleri çevirir, çevirir çakarlar. Nasıl yani?
Kolaaay. Gelin isterseniz hemen bir senaryo uyduralım şuracıkta...
Tabii önce yapımcıya sormak gerek, “Moneyden n’aber? Gücün kaç kişilik kadroya yetiyor acaba?”
Diyelim adam on kişi dedi kestirdi attı.
Bir kötü ayarlayacaksın önce, ki olmazsa olmaz. En kötü, çok kötü, engerekten beter, akrep, yılan, çiyan.
Gelin biz Mr. Smith diyelim ona.
Kasabanın zengini olsun, herkesten haraç alsın. Şerifi, hâkimi, jüriyi bağlasın, her işini yaptırsın dolarla.
Aslında karizmatik bir adam, şakakları kırlaşmış, çok da iyi giyiniyor, fularlar, yularlar. Kasabanın terzisi fır dönüyor etrafında.
Biri daha az kötü adam.
Dağınık ve şişmanca. Tonton ya, adı Tom olsun onun da. Zamanında bir posta arabası soymuş, paraları eski bir madene saklamış. Biraz pişman, biraz değil. Zikrolunan banknotlarla revir mevir yaptırıp vicdanını rahatlatacak, eh bu arada kendine de irice bir hisse ayıracak. O kadar da şey değil, mangır dendi mi avuçları kaşınıyor hâlâ...
Biri iyi adam.
Veteriner gibi görünen bir yabancı.
Fazla yakışıklı. Aslında gizli bir rançer, paraların izini sürüyor.
Biri de kız olsun. İyi kız. Bety mi Suzi mi? O kadar vaktimiz yok Bety diyelim gitsin. Küçük hanım kanun adamlarına hayran. Atları da çok seviyor ayrıca. Topal aygırlara filan bakıyor. Gün boyu ahırda, blucin tulu giyiyor, bakmıyor saçına başına.
Bety, kasabanın belalısı zengin despotun (Mr. Smith’in) kızı aynı zamanda. Annesi şaibeli bir şekilde öl(dürül)müş. Deliller babasının aleyhinde ama yakıştıramıyor ona.
Beş on da figüran tutulsun yeter, azı karar, çoğu zarar, dolanmasınlar ayak altında.

Dur kaçma... Kanun namına!

VE NI NII NIIINN! FİLM BAŞLIYOR

Yok atımın gözü sulandı, yok tayımın midesi bulandı derken Bety veterinere gidip geliyor, yakınlaşıyorlar.
Hayatında makyaj yapmayan taze aynanın karşısından ayrılamıyor. Bebe yakalı mintanlar, fırfırlı etekler giyiyor, kurdelalar takıyor saçlarına. Babası bundan hiiiç hoşlanmıyor, haninin kurdu, belki de veteriner bozuntusu kanun adamı. Başı ağrısın istemiyor. Delikanlıyı adamlarına dövdürüyor, iyice buruşturup atıyorlar kenara. Gringoların başı kıllı kirli bir haydut. Mahmuzlu çizmesi ile delikanlının sıfatını ezerken “o kızdan uzak duracaksın tamam mı” diye haykırıyor. Sonra en kaba  kahkahalarından birini atıyor. “Hah hah hah!” Hi hi hi, ho ho ho, kih kih kih... Diğerleri rabarba yapıyor arkada.
Pis herifler. Serpuşların tereğini yağ bağlamış, kir tabaka tabaka.
Genç kız tehditlere aldırmıyor kuyruğunun dikine gidiyor (burnu muydu yoksa).
Mr. Smith ne etek döpiyesler, tayyörler alıyor ama kızının gönlünü yapamıyor.
İlerleyen günlerde meçhul şahsı ortadan kaldırmak için bizzat düelloya davet ediyor.
O gün kasabada el ayak çekiliyor, kediler bile tavan arasına saklanıyor. Tertibat hazır. Çakalın teki ayna ile baytarın gözüne güneş yansıtacak, bir başka müptezel baca arkasına sinecek, elinde tüfek vaziyetten vazife çıkaracak.
Van tu tri
Ve işaret veriliyor.
Mr. Smith hızla silahını çekiyor.
Dan dan dan dan.
Bir bakıyoruz kemeri kopmuş, tutmasa donu düşecek aşşağıya.
Bu arada tüfekçinin kabzası delinmiş, aynacının neynigi parça parça.
Delikanlı tabancasını kılıfından bile çıkarmadan alayını degavlamış, çiçek çiğniyor Red Kit edasıyla.

DEEERKEN EFENDİM

Günler o minval üzere geçiyor, bir iki saloon kavgası kopuyor, levazımatçı habire tabut ölçüsü alıyor. Bu arada eski soyguncu “unutulmuştur herhâl” deyip paraları sakladığı yerden almaya gidiyor. Ama bakın şu salaklığa ki katırına yüklediği kazma kürek dikkatli gözlerden kaçmıyor. Olmıyycak şey, soksana ulen zulaya.
Çok kötü adam gözlerini kısıyor, çenesini kaşıyor, gringolara bir işaret çakıyor “takılın ardına!”

Tonton Tom artık kullanılmayan metruk madene gidiyor, 13’üncü rayı yüklenen traverslerden 13’üncüsünü söküyor, para torbalarını eliyle koymuş gibi (zaten öyle) buluyor. Avuçlayıp avuçlayıp havaya atarken çete tepesine biniyor. Grav grav grav! Uzatmayalım soyguncu köyüne mektep yaptıramadan mevta oluyor. O da boş değil tabii. Haydutlardan ikisini mıhlıyor. Kaldı mı üç silahşor bir patron.
O sıra müzik değişiyor ve maden girişinde bir gölge uzuyor. Bizim yakışıklı rançer tesirli mesafeye gelince “kanun namına teslim olun” diyor.
Elindeki Smith Vesso’yu Mr. Smith’in kafasına dayıyor.
Haydutlar müdahale etmek isteseler de fırsat vermiyor. Bizimki tabancalarını uçuruveriyor. Kanunsuzlar, bileklerini tutup kıvranıyor, belli ki parmakları acıyor.
-Uf mu oldu, öpeyim de geçsin (çok da şakacı aynı zamanda)
Kasabanın zengini “git buradan yabancı! Seninle işimiz yok” dese de delikanlı onları adalete davet ediyor ısrarla. Vazifesi onu gerektiriyor, hukukun üstünlüğü ilkesi için kellesi koltukta.

AĞZIYLA YAKALANINCA

Mr. Smith “Bak bulaşma pişman olursun, ben para için karımı bile öldürmüş adamım, sana hiç acımam” diye 17 tekmil birden hayat hikâyesini tafsil ederkeeen...
Bunu bilhassa uzatıyor çünkü demincek vurulan gringolardan biri aslında ölmemiş yattığı yerden tabancasına uzanmaya çalışıyor. On santim daha kıpırdayabilirse altıpatlarına ulaşacak ve nah böyle bir delik açacak rançerin sırtında.
Pam Pam Pam.
Hayret, rançer değil yerdeki haydut kasılıp gevşiyor. Gelen mister Smith’in kızı Suzi. (Yönetmen kulaklıktan Bety diye düzeltiyor) Kız kırk yıllık silahşor gibi tabancasının namlusuna üflüyor. Duyduklarından şaşkın “ay inanmıyorum” diyor, “Sen bu kadar kötü olamazsın baba”.
Sonra ortalık fena karışıyor. Rançer ile kız, gringolara dalıyor, kafa, diz, depük, üçünü pert edip ayırıyorlar hurdaya.
Rançer kıza “Çok iyi dövüşüyorsun” diye kompliman yapıyor.
- Sen ne sanıyorsun okulda bütünoğlan çocuklarını döverdim Kalemiti Ceyn derlerdi bana.
- Böyle dövüşmeyi kimden öğrendin acaba.
- Annem sağken Çin mahallesinde otururduk, karate, judo tekvando ne ararsan var, aikido, Yokahamo, jiujitsu, Fujiyama... (Üfürüyor galiba)

BAK SEN ŞU OLANLARA

Mr. Smith genç rançerin payına düşüyor. Ama adam iri ve güçlü, vur vur yıkılmıyor. Eline geçirdiği balyoz ile tehlikeli oluyor ayrıca... Tekme ile büktüğü rançerin kafasını ezmek için aleti olanca gücü ile sallıyor. Bizim ki çevik tabii kolayca sıyrılıyor ama alet maden direklerinden birine çarpıncaaa...
Tahtalar zaten çürük, un ufak oluyor. Yukarıdan topraklar dökülüyor.
Ortalık toz duman. Rançer ile kız dışarı kaçarken paragözler torbalara koşuyor.
Ve maden çöküp alayına mezar oluyor.
Film kararıp açılıyor.
Ayrılma sahnesi.
Rançeri artık üniforma ile görüyoruz, dokunaklı bir edayla bacıya veda ediyor, atını mahmuzlayıp kayboluyor ufukta.
Dikine çizgilerin aktığı perdede “THE END” yazısı görünüyor.
Evlenselerdi ya diyeceksiniz.
Hayır abicim, düğün sahnesi için en az 30 figüran lazım, bunlar giyinecek kuşanacak ne gerek var masrafa. Bir sonraki plana kadar sadece sandviç yiyip kahve içseler, çarp otuzla, çok para...

SATILIR NASIL OLSA

Amaaan koyver gitsin, zaten senaristin işi başından aşkın. Mesai dolmadan üç senaryo daha yazar, sebeplenir 50-100 dolar daha. Birinde bankayı, birinde de şimendiferi soydurtur, iyilerle kötüler itişir kakışırlar, kaçmaca kovalamaca...
Amerika’da seyredilmese de üçüncü dünya ülkelerine satılır, gişe de yapar icabında.
Hasılı Holywood basit basit filmlerle ayar verdi dünyaya. Hiç yoktan Kızılderililere, Araplara ve kendimize düşman olduk, ne işimiz varsa beyaz adamla...
Ama deniz bitti, Hollywood artık eski gücünde değil. Çevirip çevirip sarıyor başa.
Hint ve İran sinemasından öğrenecekleri çok şey var.
Türkler de fena gitmiyor bu arada.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.