Az gittik, uz gittik... Arpa boyu yol aldık!

A -
A +

Bu gün, Yüksek Seçim Kurulu'nun da yasaklama kararlarına (ne olur ne olmaz!...) uyabilmek için seçimlerle ilgili bir şey yazmayacağım. Bu durumun size de bana da kaybettireceği bir şey yok. Çünkü, ele alınması gereken daha önemli ve daha aktüel ( 3 Kasımdan önce olduğu için) bir mesele var. 29 Ekim Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıldönümü... Evet, iki gün sonra Türkiye Cumhuriyeti 79 yaşını dolduracak, bir diğer ifadeyle 80. yaşına basıyor olacak. Ortalama bir insan ömrü olan 80 yıl, devletler için çok kısa sayılması gereken bir devir ise de, zaman dilimi olarak önemli işlerin başarılabileceği, önemli ve büyük projelerin hayata geçirilebileceği merhaledir. İki gün sonra resmi ve gayrı resmi eşhastan (kişilerden), en az 79. baskısı yapılacak olan, basmakalıp laflar dinleyeceğiz. Bu lafların veya sözlerin bir kısmı, bugüne kadar içi bir türlü dolduralamayan kavramlar (çağdaş uygarlık düzeyi gibi), bir kısmı ise henüz tanımı üzerinde bile mutabakata varılamayan mefhumlar (laiklik gibi) olacak. Bunların üstüne bolmiktarda hamaset sosu dökülerek eyyamcılık yapılacak. Yani lafla peynir gemisi yürütülmeye çalışılacak... Evet kesin böyle olacak! Bunlar olmasına olacak da fiiliyatta neler olmuş veya olabilecek, onlara bakalım; Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş dönemindeki iç ve dış şartları genel hatlarıyla hemen herkes biliyor. İçerde Kurtuluş Savaşı sonrasında, yıkılmış bir imparatorluğun kalıntıları üzerine inşa edilmeye çalışılan yeni bir Türkiye. Dış dünyada büyük harp sonrası yeniden şekillenen bir milletlerarası ortam, kurulan yeni ittifaklar ve bloklar... Kısaca üç çeyrek yüzyıllık hikaye... Türkiye bu hikayenin kahramanlarından biri olarak bölgede ve dünyada nasıl bir rol oynayabildi? Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte yıkılıp parçalanan Almanya, 1939 yılında İkinci Dünya Savaşı'nı başlatacak kadar güçlü (ve saldırgan)!... 1945'te yakılıp yıkılmakla kalmayan, ikiye bölünüp her bir tarafı bir büyük Blok'un ( Batı ve Doğu Blokları) işgali altın girerek bir 45 yılı da böyle geçiren aynı Almanya bugün Avrupa Birliği'nin en güçlü ekonomisine sahip, fert başına milli geliri 29 bin dolar. 1950'de Türkiye'nin kişi başına milli geliri 200 dolar iken, 150 dolar mesabesinde olan İspanya'nın kişi başına geliri 15 bin 800 dolar. Fazla uzağa gitmeden, yanıbaşımızdaki komşumuz Yunanistan'a bakalım; 1978'de beraberce AB daveti aldığımız, ama devrin başbakanı Ecevit sayesinde bir büyük fırsatı kaçırdığımız için bugün gıpta ile baktığımız bu küçük ülke, şimdilerde 13 bin dolarlık kişi başına milli gelirle bize 6-7 kat fark atıyor... Çünkü bir türlü gerçekten büyüyemeyen Böyyyük Türkiye, 2160 dolarla pek çok Afrika ülkesinin gerisinde! Osmanlı İmparatorluğu sanayi devrimini ıskaladığı ve gelişen dünya şartlarına ayak uyduramadığı için zayıfladı, güçsüzleşti ve Büyük Harpte de parçalanıp yıkıldı. Bu doğru. Peki, 1923'ten bu yana, Kıbrıs olayı dışında harp-darp görmeyen Türkiye neden bir türlü kalkınıp "Çağdaş uygarlık Düzeyi"ne erişemiyor? İşsizlik, fakirlik, iç ve dış borç yükü, geri kalmışlık, eğitimsizlik, sağlıksızlık, ardı arkası kesilmeyen krizler, darbeler, muhtıralar, andıçlar vs. vs. Her şeyin en iyisine layık olan halkımız ne zaman rahat bir nefes alacak? Hıı? Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne nice şanlı şerefli yıllar dilerken, yukarıdaki handikaplarımızı da akıl-mantık rehberliğinde düşünsek fena olmaz her halde!... Ama bize hamaset yeter, gerçeklere gözümüz kapalı diyenler varsa, bizim de onlara söyleyecek bir tek sözümüz kalıyor; Beyler, beyefendiler deniz bitiyor, gerçekçi olunuz!...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.