Yasaklar, yasaklar, yasaklar...

A -
A +

Pazar günkü yazımızda (Az gittik uz gittik... Arpa boyu yol aldık!), Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar özellikle ekonomik alanda, ne kadar geri kaldığımızı ve bunun sebebinin araştırılması gerektiğini yazmıştık. 20. asrın son çeyreğinde her şeye damgasını vurmaya başlayan ve bundan sonra daha fazla belirleyici faktör olacağı kesinleşen insan hakları ve hürriyetler meselesine bugün bir nebze de olsa temas etmek istiyoruz. Türkiye maalesef, ekonomide olduğu gibi, demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı ve hürriyetlerin genişletilmesi konularında da sınıfta kalmış durumda! Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "Demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti" olduğunu anayasaya yazmak yetmiyor... Bunun hayata da geçirilmesi gerekiyor. Bunu yapamadığımız için, Avrupa Birliği'nden her seferinde "Kopenhag kriterlerine uyunuz!..." nasihatını dinlemek mecburiyetinde kalıyoruz. Bu kriterlerin birinci maddesi insan hak ve hürriyetlerine saygı, ikinci maddesi de demokratik bir yönetim sistemine sahip olmaktır. Hukuk devleti olmakla kanun devleti veya yargıçlar devleti olmayı birbirine karıştırıyoruz. Hukuk devletinde, kuralların uygulanması geniş yorumlanıp serbestiye imkan tanınırken, kanun devletinde, meri kanun maddelerinin paragrafları birebir ele alınıp daha çok kısıtlama ve daha çok yasaklama eğilimi hep hakim olur. Türkiye'deki durum tam da buna uymaktadır. Bu durum partilerin kapatılmasında, kişilerin siyaseten yasaklanmasında, hak ve hürriyetlerin genel kullanımında hep karşımıza çıkan yegane şeydir. Bakınız, Cumhuriyetin 79. yıldönümünde, basına büyük kısıtlama getiren Yüksek Seçim Kurulu kararı hararetli şekilde tartışılıp eleştiriliyor. Güya AB yolunda ilerlerken, fikir hürriyeti ve düşünceyi açıklama serbestisinin genişlemesini beklerken, bundan önceki seçimlerde bile olmayan katı bir sınırlama ve yasaklama ile yüz yüze kaldık! Ve onlarca ulusal ve bölgesel, yüzlerce yerel TV kanalı ile bini aşkın radyo kanalı ve yerel ve ulusal olarak sayısı yüzlerle ifade edilen gazeteler, bir tek resmi kanal formatına yani TRT kalıplarına sokulmuş oldu... Sözüm ona haksız rekabeti önleme tedbiri!... Bunun için de halkın duygu ve düşüncelerini muhafaza etme gayretleri. Yani vatandaşın herhangi bir partinin lehinde veya aleyhinde kanaatinin etkilenmemesi için, yasaklar, yasaklar, yasaklar... Haber yasak, yorum yasak, reklam yasak, anket yasak. Yasak sınırına girmeyen bir şey yok. Halbuki, yerleşmiş demokrasilerde, seçim gününe kadar, hatta bazı ülkelerde seçim günü bile (Yunanistan'da dahi böyle), propaganda çalışmaları ve bunların halka duyurulması devam eder. Ama, "Avrupa Birliği istediği için değil, halkımız buna layık olduğu için hak ve hürriyetleri genişletmeli ve korumalıyız..." diye her hamasi nutukta dinlediğimiz sözler, bir türlü uygulamada yerini bulmuyor. Her ne kadar kabullenmesek de AB veya başka etkenlerin tazyiki ile yapılan değişiklikler de kağıt üstünde kalıyor. Söyler misiniz, başka hangi demokratik ülkede bu kadar yasaklama ve kısıtlama ile seçimlere giriliyor? Eğer evrensel hukuk standartlarını gerçekten içinize sindiremezseniz, hukuk namına yaptığınız işlemler sürekli tartışma konusu olur. Tıpkı son anda partiler hakkında açılan kapatma davaları gibi, tıpkı Yüksek Seçim Kurulu'nun birbiri ile çelişen 426 ve 805 no'lu kararları gibi... Sadece savcıların prosedür uyugulamaları ile, sadece yargıçların dar yorumları ile hukukun üstünlüğünün hüküm sürdüğü sonucuna varılamaz ve kamu vicdanındaki rahatsızlık devam eder. Hukuk kuralları sadece yasaklamak ve engellemek için değil, aynı zamanda insanların önünü açmak, yol göstermek ve en önemlisi de onların meşru haklarını korumak için vardır. İşte bu noktada Türkiye'nin daha kat etmesi gereken çok mesafe var. Cumhuriyetin 80. yıl dönümünde de yasakları tartışmamak dileğiyle...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.