Medyanın objektifliği

A -
A +

Özdemir Özok'un Anayasa Mahkemesi üyeliğine tayini ve istifası çerçevesinde yapılan yayınlar, medyanın olaylara tarafsız ve objektif yaklaşıp yaklaşmadığı sorusunu sorma ihtiyacını hissettirdi... Çünkü yargının tarafsızlığına gölge düşürecek şekilde, teamüllere de açıkça aykırı bir atamaya, medyanın verdiği tepki nedense pek silik ve mahcup bir görüntü verdi! Oysa hatırlayın geçmişteki benzer olaylara gösterilen reaksiyonun şiddetini, çok daha makul hatta masum sayılabilecek atamalar için ortalık derhal ayağa kaldırılmıştı. Merhum Özal'ın yüksek mahkemeye yaptığı her atama, doğruluk ve yanlışlığı irdelenmeye ihtiyaç duyulmadan peşinen mahkûm ediliyordu... Prof. Süleyman Aslan'ın sadece özlük durumu ile ilgili bir eksiklik (kıdem yetersizliği) bile başka mecralara çekilerek ortalık toz dumana verilmişti. Ama aynı medyanın, Özok konusunda adeta yasak savar biçimde, küçük haberlerle olayı savuşturmaya çalıştığına şahit olduk. Daha önceki sağ hükümetlerin ve şimdiki iktidarın her icraatını bila kaydu şart büyüteç altına alan ve hoşuna gitmeyen yahut hesabına gelmeyen her kararı hemence yerden yere vuran medya, nedense bu kere haddinden fazla çekingen davrandı. Öyle ya, sırf mezun olduğu okula bakarak, ataması yapılan kişi veya kişileri laik rejim için tehlike olarak sunanların, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı noktasında hiç de ince eleyip sık dokuma ihtiyacı duymamasını nasıl izah edeceğiz? Ak Parti genel başkan yardımcısı Dengir Mir Fırat'ın haklı olarak sorduğu; "Et kokarsa tuzlanır, peki tuz kokarsa ne yapılabilir?!..." sorusu niçin medyada yeterince yankı bulmadı? Medya aynaya bakarak bu soruyu kendine sormalı ve etik çerçevede özeleştiri yapma cesaretini göstermelidir. Bunu yapabildiği ölçüde kamuoyu nezdinde yıpranmış imajını nisbeten düzeltme şansını yakalamış olur. Bu meyanda şunu belirtelim: Özdemir Özok, Fırat'ın yukarıdaki sorgulamasından gereksiz yere alındı ve dedi ki; "Sayın Fırat beni kırk yıldır tanır ve tarafsızlığımı bilir..." Oysa burada söz konusu olan kişi veya kişiler değil. Kaideler, kurallar ve teamüllerdir. Onun içindir ki, Özok'un böyle atamaya daha baştan talip olmaması gerekirdi. Cumhurbaşkanı da bu talebi kabul etmemeliydi. Özok'un istifası, önceki yanlışını, yani üyeliğe talip olma hatasını ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla iktidar partisine yönelik, "Siz de benim kadar etik hareket edin" çağrısı bu noktada haklılık kazanmıyor! CHP liderinin de bu meselede geçerli not alamadığını gördük. Çünkü Sayın Baykal, partisine mensup Özok'un tayinini "fevkalade yerinde bir karar" olarak nitelendirdi. Görev alanı itibariyle sık siyasetçilerle ve siyasi partilerle ilgili karar veren bir mercie partili bir kişinin üye yapılması nasıl yerinde olabilir? Anlaşılıyor ki burada, "bendensin" veya "benden değilsin" mantığı yürütülüyor. 12 Mart döneminde bir gün önce CHP'den istifa eden Nihat Erim, "Tarafsız Başbakan" olarak dikte ettirilmişti. Hadi o zaman olağanüstü durum vardı. Peki şimdi ne oluyor? Hem şimdiye kadarki partizanlıklardan, usulsüzlüklerden, ölçüsüzlüklerden yakınıyoruz, hem de aynı yanlışları göstere göstere yapmaya devam ediyoruz! Mantık bunun neresinde? Unutmamamız gereken husus şu; Sokaktaki vatandaştan Cumhurbaşkanına kadar herkes her durumda dürüst, tarafsız ve objektif davranma sorumluluğu altındadır. İşine geldiği yerde tarafsız, gelmediği yerde taraflı hareket etmek bizi katiyyen ileriye götürmez. Medya da bundan istisna değildir!...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.