12 Eylül'den 23 yıl sonra...

A -
A +

Resmi ifadelerde ismi hep "HAREKÂT" olarak geçti. Ama harekâtın asıl niteliği "İHTİLAL" olduğu için daha çok bu tabirle anıldı. Üzerinden 23 yıl geçti. İhtilalin önde gelen komutanlarından bir kısmı bugün hayatta bile değil. Bu seneki 12 Eylül'de, "Harekât" veya "İhtilal" neredeyse hiç gündeme gelmedi. Bu durum, biraz 11 Eylül saldırısı ve belki daha çok da, bir gazetenin birkaç günden beri devam ettirdiği 28 Şubat 'la ilgili yayının doğurduğu tartışmalardan kaynaklandı. Yargıtay Başkanı'nın Adli Yıl açılışında, "Artık demode olan 82 Anayasası bir an önce değişmeli..." şeklindeki beyanı da olmasa, hepten unutulacaktı! Oysa 12 Eylül ihtilali hem gerçekleştirildiği dönem, hem de sonrasında Türk siyasi ve sosyal hayatı üzerinde bıraktığı derin izler itibariyle, kolayca unutulmaya terkedilebilecek bir konu değil. Ama diyeceksiniz ki, Türkiye'de hangi ciddi mesele gerektiği gibi incelenip tartışıldı ki, 12 Eylül ihtilali için aynı şey yapılsın. Haklısınız, bu işi yapma durumundaki medyanın ihtilaller öncesi ve sonrasında yüklendiğ roller çok değişik ve de karışık olduğundan, gerçeklerin irdelenmesi çoğu kez istenmez. Yahut pek de önemsenmez. Diğer taraftan sivil örgütlenme, düne kadar sıfıra yakın mesabede olduğundan, halkın kolektif hafızası da bu gibi hadiselerin yeterince kayda geçirilmesinde ve muhafazasında büsbütün zayıf kalıyor. Dolayısıyla, meselenin doğru ve yeterli şekilde ortaya konması mümkün olmuyor. Hal böyle olunca da mesele sübjektif tartışmalara, yahut kişiye özel kayıtlar olan hatıralara kalıyor! Hatıralar... Kişinin kendi özel dünyasında şekillendirdiği ve sadece istediği kadarını yansıttığı bilgiler. Genellikle belgeden yoksun bilgiler. İddia seviyesinde kalan beyanlar ve bunların davet ettiği karşı iddialar. Sonuçta gerçeğin gün ışığına çıkmasını engelleyen yerli-yersiz tartışmalar... Kör döğüşü öyle devam edip gider. Ancak dünyanın başka ülkelerinde ihtilal, muhtıra gibi askerî müdahaleler öyle yüzeysel tartışmalarla geçiştirilmez. Onun için de sık sık müdahaleler sözkonusu olmaz. Bir de bizim ülkemize bakalım; "Artık askerî darbeler dönemi kapandı..." denilen bir zaman diliminde bile, hâlâ daha darbe çığırtkanlığı yapan genellikle "yaşlı" yazar-çizer takımı az değil. Ve şu garabete bakınız ki, her gün "bağımsız üniversite, özerk üniversite" diye mangalda kül bırakmayan koca koca profesörler, YÖK meselesini halletmek için Kara Kuvvetleri Komutanına başvurup "destek" istiyorlar. Kimbilir belki bu destek yanında yeni "taarruz ve savunma taktikleri" de almışlardır. Çözüm olarak askerî seçeneği hep ön planda tutan "yaşlı" yazarlardan biri bu görüşmeden epeyce ümitvar olarak şöyle diyor: "Bu uzun görüşmeden sonra umarız bir orta yol bulunur!" Bulunur bulunur merak etmeyin. Demokrasi içinde çare tükenmez. Baksanıza 28 Şubat döneminde neler olmuş neler. Neyse yazılanların çoğu bilinenlerin tekrarı da olsa, bir kısmı gerçekleri yansıtmasa da böyle yayınların yine de çok faydası var. Bazılarının gerçek yüzleri şöyle ya da böyle, er veya geç ortaya çıkıyor... Evet 12 Eylül İhtilalinden tam 23 yıl sonra, AB'ye girmek üzere olduğunu iddia eden Türkiye'de durum kısaca böyle. Bağımsız üniversitenin, bilimsel çalışma özgürlüğünün yolu bazılarına göre kışladan geçiyormuş... MU?!. Eğer yanlış bir şey diyorsak Hocalarımız düzeltsinler...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.