Maksat bağcıyı dövmek...

A -
A +

1960'ların sonlarında başlayıp seksenlere kadar devam eden anarşi ve terörün en fazla hüküm sürdüğü yerler üniversite çevreleri idi. Buralarda öğrenci ve öğretim elemanı kisvesi altında yuvalanmış olan ajitatör ve provokatörlerin tahrikleriyle ortalığı kasıp kavuran anarşi ve terörün durdurulabilmesi için, özgürlükleri sınırlayan sıkıyönetim de kafi gelmemişti. Neticede demokrasiyi bütünüyle rafa kaldıran ve onun vazgeçilmez unsuru olarak tanımlanan siyasi partilerin de defterini düren 12 Eylül ihtilali vuku bulmuştu... Askerî idare o günün şartları içerisinde, üniversitelerde yeniden zuhur etmesi muhtemel fitne-fesada set çekmek, ülkenin beyni mesabesindeki bu "ilim-irfan yuvaları"nı zabtu rabt altına alabilmek için çare olarak YÖK'ü hayata geçirdi. Kuruluşu, işleyişi ve niteliği itibariyle YÖK, başından beri bilimsel çalışma özgürlüğü başta olmak üzere pek çok serbestiyi ya sınırlamış, yahut tamamen ortadan kaldırmıştı. 20 yıl içerisinde yapılan 30 adet değişikliğe rağmen, çoğu bilim adamının nazarında, YÖK'ün Türk eğitim sisteminde bir YÜK haline geldiği kesin ve inkar edilemez bir durumdu... Bugün, "YÖK'ün kılına bile dokundurtmayız!.." diyen rektörler, dekanlar ve müdürlerin büyük ekseriyeti düne kadar, her fırsatta mevcut sistemi tepeden tırnağa eleştiriyorlardı ve mutlaka değiştirilmesi gerektiği noktasında ısrarcı idiler. Gel gelelim, AKP iktidarı bu değişikliği yapmaya kalkınca, yer yerinden oynadı. YÖK Kanununun değiştirilmek istenmesi, koltuk kaygısına düşen rektörlerce laik rejimi yıkma gayesi olarak lanse edildi!.. Ve bazıları Kemalist Devrimin seksen yıl önce gerçekleştiğini unutarak, yeniden Kubilay olmaya filan kalkıştı. Kimileri de kırk yıl geriye giderek 27 Mayıs Darbesine sarıldı. Vaka bunların Kubilay olmaya niyetli olup olmadıklarını bilemeyiz ama, ölünceye kadar rektör kalmaya itirazları bulunmadığına kalıbımızı basarız!.. Yazık, çok yazık! Üniversitelerin bu şekilde istismar edilmesi ne kadar üzücü! Peki, Hükümet ile Üniversitelerarası Kurul arasında diyalog devam ederken ve de ihtilaf noktalarının çoğu üzerinde uzlaşma sağlanmış iken, birden bire ortalığın velveleye verilmesi neyin nesi? Taha Akyol'un yazdığına göre, Toktamış Ateş Hoca, "İki Kemal olayları provoke ediyor..." demiş. Sadece "İki Kemal" mi acaba? 28 Şubatın ürünü olan bir başka rektör de, "Bu gidişle bilim sokağa dökülecek..." demiş. Bilimin sokağa dökülmesi nasıl olur bilemeyiz ama, bazı şeylerin ayağa düşürüldüğü kesin. Sovyetler Birliği Komünist Partisinin Genel Sekreteri Gorbaçov'u bile Marksizmde hafif gören militanların cirit attığı ve hemen her toplantısında cıngar çıkan bir üniversitenin başındaki rektör, merhum Menderes'in kemiklerini sızlatacak derecede, aslı astarı olmayan kapkara şeyler söylüyor... Üniversite açılış törenlerinde, Cumhurbaşkanı bu kurumların siyaset üstü kalmasını istiyor. Ama en çok destek verdiği "İki Kemal"den biri, en marjinal siyasi partinin genel başkanı ile ortaklaşa toplantı düzenliyor! Siyasileşmek bu değilse, başka nasıl olur acaba? Açılış törenleri de seçim öncesindeki meydan mitinglerini pek aratmıyor hani... Ana Muhalefet Partisi de, bunların hiçbirisini görmüyor, yahut görüyor da tasvip ediyor olacak ki, saldırılara cevap veren Başbakana ateş püskürüyor ve özür dilemesini istiyor... Ne acayip memleket! Ne garip ve tuhaf demokrasi anlayışı! Güya bilimsel özgürlük adına, ama gerçekte koltuk sevdası uğruna, kendisini siyasi otoritenin üstünde görenler, ortalığı birbirine katıyor. Maksat üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek!.. Tayyip Erdoğan boşuna "Ben sizin zenci kardeşinizim..." demiyor. Zira görüyor ki, sayısal üstünlükleri olmasa da kendilerinde siyasal üstünlük vehmedenler, milletin verdiği kararı bir türlü hazmedemiyorlar... Önemli değil, bir gün hazmederler!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.