"Saltanat Yürüyüşü"

A -
A +

Dün yazı günüm olmadığı için, başını Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ile Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu'nun çektiği ve bir kısım YÖK üyeleri ile, yine bir kısım rektörlerin destek verdiği ve önceki gün yapılan malum yürüyüşü, mecburen bugün konu yapacağım. Bazı gazeteler, bu yürüyüşe "Saltanat Yürüyüşü" ismini yakıştırmışlar. Sebebi de, bu yürüyüşün YÖK Yönetimi ve bazı rektörlerin mevcut saltanatlarını muhafaza etmek için verdikleri mücadelenin bir parçası olarak telakki edilmesi... Ama yürüyüşü tertipleyenlere bakılırsa bu "Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılığın" gösterilmesi imiş. Kusura bakmasınlar ama, bu yaklaşımda olsa olsa "Buluttan nem kapma" alınganlığı öne çıkıyor! Çünkü Üniversitelerle ilgili mevzuatın çağın şartlarına göre yeniden düzenlenmek istenmesini, cumhuriyetin ilkelerini ortadan kaldırmak şeklinde algılamak, ancak havada bulut var denilince, (Sen bana ördek demek istiyorsun...) anlayışını yansıtır. Eğer böyle olmasaydı, hükümetin bütün sağduyulu yaklaşımlarına rağmen, her seferinde "ilke ve devrimleri ortadan kaldırma" suçlaması ileri sürülmezdi. Her neyse dün itibariyle hükümet ve Üniversitelerarası Kurul, büyük ölçüde uzlaşmaya vardığına göre, YÖK'ün ve özellikle de Başkan Gürüz'ün çalışmaları engelleme gayretleri artık pek sonuç vermeyecek demektir. Dolayısıyla işin bu yönünü ileriye bırakarak biz gene malum yürüyüşe dönelim. "Saltanat Yürüyüşü" için yapılan yorumlarda 1960'lardaki benzer hareketlere de atıfta bulunularak hükümete gözdağı verenler var! Ama bunlara zaman tünelinde kaldıklarını hatırlatmak ve şartların çok değiştiğini, yani o eski camların bardak olduğunu, dolayısıyla insanların aldatmacalara karşı uyanık bulunduğunu hatırlatmak gerekiyor. Nitekim, yapılan davette, "AKP Hükümetine karşı Anıtkabire!" şeklinde asıl niyet ortaya konulmasına, CHP ve DSP'den de teknik destek alınmasına ve Meclis dışındaki bütün muhalefet unsurlarının katkılarına rağmen yapılmak istenen gövde gösterisi istenen boyutta gerçekleşmemiştir. Medyanın en büyük grubunun iki iri gazetesi de katılım miktarı konusunda kafa karışıklığı yaşadı. Hürriyet "yaklaşık 15 bin kişi katıldı" derken, Milliyet "On binler katıldı..." şeklinde haberi verdi. Türkçe kaidelere göre, on binler olması için 20 binden fazla bir rakamın olması şarttır. Hangisi doğru? Öğretim üyelerini baskı altına almak için "katılıyorum veya katılmıyorum" şeklinde form imzalatılmasına rağmen belli ki, hedefe varılamadı. Ama asıl önemli olan, Yürüyüşte taşınan ve ikazlara rağmen başından sonuna kadar indirilmeyen "Ordu Göreve" şeklindeki pankarttır. Bu pankartla ilgili gerekli soruşturmanın yapılması için savcılara ayrıca ihbarda bulunmak gerekli midir? Yoksa yürüyüşü tertipleyen Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu, sırf ismindeki Atatürk kelimesinden dolayı bundan muaf mı kalacaktır? Kemal Gürüz'ün "Bu pankartı hiçbir üniversitemiz kabul etmez. Bu küçük bir grubun işi..." demesi de olayın vahametini azaltmaz. Ülkede mevcut düzenin silahlı bir müdahale ile sona erdirilmesi çağrısı, öyle "küçük bir grup" denilerek geçiştirilemez. Yok yere pireyi deve yapanlar, gerçek tehlikeleri de gerektiği gibi değerlendirebilmelidir. Atatürkçülük ve devrimcilik kılıfı içinde, demokrasiyi bertaraf etmek isteyenlere fırsat verilmemelidir. Mehmet Barlas dün Sabah'ta çok çarpıcı bir öğüt veriyordu. "Türkiye için en büyük tehlike demokrasiden uzaklaşmak ve Avrupa Birliği'nden kopmaktır bugün. Kafalarını başörtüsüne takanlar, önce gözlerindeki örtüyü açmalıdır. Askeri rejimin üniversite düzenini "çağdaşlık" diye sunanlar, sokaklarda yürümek yerine, seçim sandığına saygılı olmayı öğrenmelidir..." Neyse, yine de bu yürüyüşün yapılması faydalı oldu. Herkesin içinde taşıdığı pankartlar da açılmış oldu. Fena mı?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.