"Geri dönülemez nokta..."

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, bir televizyon kanalındaki mülakatında, Türkiye'nin AB üyeliği yolunda geri dönülemez bir noktada olduğunu söyledi. Soruları cevaplandırırken, Türkiye'nin her zamankinden daha çok AB'ye yakın olduğunu ve bu durumun yalnızca kendi düşüncesi olmadığını, AB çevrelerinin de aynı fikre geldiğini ve süreç boyunca verilen sözlerle, yapılan açıklamalarla bu durumun artık onlar için de bağlayıcı bir noktaya geldiğini ifade etti... Son zamanlardaki genel havayı da gözönüne alarak Gül'ün sözleri değerlendirildiğinde; elbette olumlu ve daha ümitvar bir beklentiye girmek mümkün. Ancak, yine de "ACABA?"sorusu hemen zihinlere üşüşüveriyor! Her şeyden önce, Abdullah Gül'ün de belirttiği gibi, yaşanan olumlu hava, Türkiye'yi rehavete sokmamalı!.. Zira Türkiye'ye müzakere tarihi kesin olarak verilene kadar, hiçbir şey garanti değil. Dolayısıyla önümüzdeki 10-11 aylık zaman her yönüyle kritik. Kırk yıl aradan sonra ilk defa AB'nin en yüksek temsilcisinin Türkiye'ye gelmesi ve son derece net mesajlar vermesi, Kopenhag Kriterlerinden başka şartların önümüze konulmayacağını garanti etmesi... vs. Şüphesiz bunların hepsi, önemli ve rahatlatıcı mesajlar. Fakat yakın geçmişte her adımda önümüzde bulduğumuz sudan bahaneleri unutamayız. Bir kere "Kıbrıs Realtiesi" orada duruyor. Ve ideal çözüme ulaşabilmek için de sadece üç aylık zaman var. Diğer taraftan, Türkiye için temel sıkıntı, hâlâ daha Kopenhag Kriterlerini ciddi bir biçimde hayata geçirememiş olması. Daha önce de bu köşede temas ettiğimiz gibi, Kopenhag Kriterleri'nin birinci maddesi, insan haklarına saygı ve onları korumaktır. İkincisi demokrasinin eksiksiz uygulanmasıdır. AB Komisyonu Başkanı'nın, "Kopenhag Kriterlerinin uygulanması önemlidir..." şeklindeki sözlerinin daha dumanı tüterken; Genelkurmay İkinci Başkanı'nın basın toplantısı düzenleyerek, Türkiye'nin belli başlı dış politika meselelerinin neredeyse tamamı hakkında görüş bildirip, belirli noktalarda çekinceler koymasının Avrupa Birliği mahfillerinde, Türkiye'nin demokrasi standartları hakkında neler düşündüreceğini tahmin etmek zor değil... Bunun da ötesinde, Son iki-üç günün en çok tartışılan ve üzerinde spekülasyon yapılan konuşması yine bir askere, Ege Ordu Komutanı Org. Hurşit Tolon'a ait! İçerik itibariyle son derece keskin ve bir o kadar da her tarafa çekilebilecek ve siyasi iktidarın da içinde bulunduğu çok geniş bir kesimi hedef alması muhtemel ihanet suçlaması!.. Siyasi iktidar istediği kadar işlerin yolunda gittiğini söylesin; bu beyanlar ortada iken AB makamlarını ikna etmek oldukça zordur. Bu konuda gerçekçi düşünmek zorundayız. Askerî cenahtan yapılan çıkışların periyodu o kadar sıklaştı ki, ister istemez AB'nin ilgili çevreleri, Türkiye'nin gerçek siyasi tablosunun hangisi olduğunu merak edecektir. Birkaç ay önce ülkemizdeki AB temsilcisinin bu kabil açıklamalar hakkında nasıl bir değerlendirme yaptığını hepimiz biliyoruz. Dikkat çekici bir diğer nokta da, asker orijinli açıklamalardaki hiyerarşik düzensizlik. Daha önce Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, TSK adına açıklama yapma ve görüş beyan etmeye yetkili kılınan şahıs ve makamları tek tek açıkladığı halde, geçen zaman zarfında, bu prosedüre uymayan fiili yansımaların hayli fazla olduğu ortada. Hal böyle olunca, Türkiye'nin demokrasi standartları sorgulamaya maruz kalıyor. Dolayısıyla, AB'ye artık çok yakın olmamız bir hakikat de olsa, henüz her şeyin tamamlanmadığını ve yine bizden kaynaklanan sebeplerle, öngöremediğimiz başka engellerin önümüze çıka(rıla)bileceğini unutmamalıyız. DEP davası gibi, hukuki mecrada yürümesi gereken bir mesele bile, yine bizim tutumumuz yüzünden, aleyhimize bir durum olarak pekala kullanılabilir... O halde, bundan sonrası için herkesin ve her kesimin çok daha dikkatli ve itinalı davranması gerektiğini bir kere daha hatırlamalıyız. Aksi halde yine hatırlatacaklar...