30
seneyi aşkın zamandır terör belası ile boğuşan ve bunca kayıplar veren
Türkiye, hâlâ temel kavramların bile özünü yakalamış değil...
Kamu
düzeni, can ve mal güvenliği; kişilere, kurumlara ve genel olarak
devletin kendisine yönelen tehditler için, nasıl hareket edileceği, ne
gibi tedbirlerin alınacağı konusunda, her ülkenin kendi uygulamaları
yanında, bir de evrensel olarak riayet edilen kurallar vardır. Mesela
uluslararası sivil havacılık alanında, güvenlik standartları, sadece
ilgili ülkenin düzenlemelerine bırakılmamıştır. Küresel ölçekte bir
güvenlik anlayışı ve standardı vardır... Bunun yanında, devletlerin kendi
özel durumlarına göre ekledikleri ilave güvenlik tedbirleri de vardır.
Bu konuda örnek vermek gerekirse, öteden beri ABD ve İsrail'in, diğer
ülkelerden hayli farklı olarak uygulamada tuttuğu güvenlik prosedürleri
vardır. Başkaları tarafından yadırgansa da, o ülkelere seyahat eden
insanlar fena hâlde şikâyet etseler de, adı geçen ülkeler, sırf
başkaları bundan rahatsız oluyor diye, kendi güvenliklerinde zaafa yol
açacak bir adım atmıyorlar.
Türkiye ne yazık ki, dünyada en fazla
terör saldırılarına maruz kalan ülkelerden biri... 30 seneyi aşkın bir
zamandır yoğun bir terör mücadelesi içinde olan, çok büyük maddi ve
manevi kayıplara uğrayan ülkemizde, buna rağmen birçok Batı ülkesinde
uygulanan sıkı güvenlik standartları mevcut değil. Yaşanan acı olayların
akabinde, bir süre güvenlik zaafları tartışılsa da, kısa zamanda
unutuluveriyor. Maalesef genellikle böyle oluyor. Son olarak İstanbul
Adliyesinde vuku bulan menfur saldırı, yine böyle bir tartışma başlatmış
bulunuyor. Olayın detayları henüz kamuoyuna açıklanmış değil. Ancak
ortaya dökülen bilgi kırıntıları ve yapılan değerlendirmelere göre,
teröristlerin bir şekilde sahte avukat kimliği ve avukat cübbesinden
yararlanarak içeriye sızdığı ve Savcı Mehmet Selim Kiraz'ı şehit
ettikleri anlaşılmaktadır... Hadisenin perde arkasında kimlerin, hangi
örgüt ve hangi ülke istihbarat mekanizmalarının bulunduğu konusunda,
ilgililer ne zaman bir açıklama yapar yahut böyle bir açıklama yapılır
mı, bilemeyiz.
Ancak bu son hadise ile birlikte tekrar karşımıza
çıkan acı gerçek şudur: Türkiye'de pek çok alanda, pek çok farklı sebep
ve anlayışlardan kaynaklanan güvenlik açığı var!.. Bu açığın
sebeplerinden biri de, salt güvenlik anlayışımız. Yani, "Bize bir şey
olmaz..." gibi dünya gerçeklerinden kopuk ve mantık kurallarını zorlayan
yaklaşım. Bir de "İnsanları bu kadar sıkmaya ne lüzum var kardeşim?"
türünden, her yerde karşımıza çıkan sorumsuzluk... Birkaç günden beri,
İstanbul Adliyesinde özellikle belli bir ideolojiye angaje bazı
avukatlar, kendi güvenliklerini de şüphesiz yakından ilgilendiren
uygulamalara karşı, canhıraş bir direniş gösteriyor. Öyle ki, adliye
girişinde, x-ray cihazından geçmekten veya üzerlerinin aranmasından fena
halde rahatsızlık duyan bir bayan avukat, uluorta soyunmaya teşebbüs
gibi trajikomik davranışa da imza atmış!..
Bir avukat olarak şahsi
kanaatim şudur: Avukatların kişisel ve meslekî haysiyetinin korunması,
yüceltilmesi konusunda yapılması gereken ne kadar doğru iş varsa,
hepsinin destekçisiyim. Ama ideolojik dürtü veya başka sebeplerle, kamu
düzenine zarar verecek davranışlar kim, hangi meslek mensubu tarafından
sergilenirse, ona da aynı şekilde karşı çıkarım. Çıkmalıyız. Dünyanın
her yerinde, en kritik görevlerde bulunan insanların dahi suç işlemesi,
suça karışması mümkündür. Dolayısıyla tedbirler de ona göredir ve
herkesi kapsar. Şu meslek, bu meslek diye bir ayrıcalık yoktur. Güvenlik
kurallarına uymak kimseyi küçültmez.