Bir haftada çok şey değişti...

A -
A +
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Türkiye'nin bir hafta önceki konumda olmadığını her vesile ile tekrarlıyor. Acaba ne değişti, neler değişecek?
21 Mart 2013 tarihinde, Abdullah Öcalan'ın; "Artık silahlı mücadele dönemi geride kaldı. Bundan sonra siyaset ve fikirler konuşacak..." diyerek, silahlı PKK militanlarının yurt dışına çıkması için çağrıda bulunduğunda, toplumda belirgin bir rahatlama olmuş ve bu çağrının hayata geçmesi beklenmeye başlamıştı. O tarihten itibaren Devlet ve Hükümet, terör meselesinin ortadan kaldırılması için, kararlı bir siyasi duruş sergilemeye başladı. Şüphesiz büyük siyasi riskler alarak, bu süreci başlatan siyasi aktör dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'dı. İki yılı aşkın süre içinde, "çözüm sürecinin" ilerleme kaydetmesi ve beklenen neticeye ulaşması için, Devletin ilgili bütün mekanizmaları, geniş bir tolerans ve büyük soğukkanlılıkla, bölücü örgütün şehirlerdeki yasal olmayan eylemlerine, daha önce hiç görülmemiş ölçüde esnek yaklaştı... Bu tutum vatandaşlar nezdinde, ciddi rahatsızlık ve tedirginliklere sebebiyet verdiği halde, yine de çözüm süreci tıkanmasın diye, güvenlik güçleri her türlü sabrı gösterdi. Ne var ki, devletin bu tolerans ve sabrını, PKK ve uzantıları bir zafiyet ve acizlik gibi değerlendirdi!..
Bu yüzden Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun, son günlerde sıkça dile getirdiği; "Devletin kudretini gösterdik..." ifadesi, çok çok önemlidir ve üzerinde iyi düşünülmelidir. Başbakan şu izahı da yapıyor: "Devlet yalnızca şefkat gösterip kudretini ortaya koymazsa, bu acizlik olarak anlaşılabilir. Yahut yalnızca kudretini gösterip, şefkat yüzünü göstermezse, bu da zulüm haline dönüşebilir..." İşte Türkiye bir hafta önceki Türkiye değil derken, Davutoğlu'nun dikkat çekmek istediği esas nokta burası. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, asla bir acizlik ve çaresizlik içinde değil. Devlet, kamu düzenine ve ulusal güvenliğine yönelik, hangi nitelikte tehdit veya tehditler zuhur ederse etsin, bunlara karşı en etkili tedbirleri almaya muktedirdir. Dün AK Parti Grubunda verdiği mesajların özeti de buydu. Evet, uzun zamandan beri; örtülü veya açık biçimde devleti tehdit etmeye kalkışan PKK ve türevleri, ne büyük bir yanlış yaptıklarını, herhalde net olarak anlamıştır. Şüphesiz aklı başında vicdan sahibi hiç kimse, bu hadiselerin zuhur etmesini istemez. Ne yazık ki, şartlar bunu zaruri kılmıştır.
Bundan sonrasına bakacak olursak, teröre karşı insani duruş noktasında kaçak davranan; menfur saldırıları kınama cesaretini gösteremeyenlerle, bir yere varılamayacağı da, kesin olarak ortaya çıkmıştır. Şu halde sonuç vermeyecek işlerle uğraşmamak gerekir. Bu cümleden olarak, dünkü gibi Meclisi olağanüstü toplantılara çağırmak filan, toplumun beklentilerini karşılayacak bir şey değil. HDP'nin 80 milletvekilinin "dokunulmazlığımızı kaldırın" gibi, tribünlere dönük siyasi şovlardan da bir şey çıkmaz. Şurası kesin, devlet, eş zamanlı olarak kesintisiz terör eylemlerine girişen PKK, DHKP – C ve DEAŞ ve bunlarla iltisaklı her türlü illegal yapıya karşı, en kapsamlı mücadeleyi yürütecektir. Burada herhangi bir tereddüdün söz konusu olamayacağını, hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan, her vesile ile seslendiriyor...
Türkiye Cumhuriyetinin bu konudaki kararlı tavrı, elbette yalnızca güvenlik eksenli değil. Terör ve anarşiye haklı – haksız gerekçe yapılan, hak ve özgürlükler ve demokrasinin evrensel standartları çerçevesinde; bütün meseleler için sivil ve siyasi çözümler bulma istikametinde adı ne olursa olsun, yeni süreçlerin devreye sokulması zaruridir. Şu halde, "Çözüm süreci artık tamamen bitti mi?" sorusu, pek fazla anlam ifade etmiyor. Bu süreç bitmiş de olsa, yenisi mutlaka başlayacaktır!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.