Doğu-Batı ilişkilerinde hep Suriye var!..

A -
A +
Terörizm ve göç gibi, çözümü kolay olmayan iki yakıcı meseleyi, bölgesel ve küresel ölçekte ortaya çıkaran Suriye probleminin, ne zaman ve nasıl biteceği belli değil. Doğu-Batı ekseninde farklı arayışlar sürüyor...

Suriye meselesinin bugünkü tehlikeli noktalara geleceğini, Türkiye en başından beri bütün dünyaya duyurmaya çalışmıştı. Tehlikenin en yakınında bulunan (911 km'lik Suriye sınırı...) Türkiye, şüphesiz bu ülkede olup bitenlerin müsebbibi değildi. Ancak Suriye'deki bu yakıcı tırmanışın, Türkiye için bir ulusal güvenlik tehdidi olması kaçınılmazdı. Dış politika çevrelerine yakın bir kaynağın ifadesine göre, Türkiye'nin bugün daha çok hak verilmeye başlanan tezleri, şayet işin başında kabul görmüş olsaydı, bu kadar vahamet yaşanmayabilirdi... Zira Suriye'de sorun derinleştikçe, buna karışan dış aktörlerin (devlet ve devlet dışı aktörler) sayısı da arttı. Devletlerin, şüphesiz Bölge üzerinde hedefleri var. Devlet dışı aktörlerin de, uluslararası bağlantıları var. Çatışmalar uzayıp derinleştikçe, dünyanın her tarafından maceraperestlerin ilgisi de arttı. Bu arada, Suriye rejiminin kurguladığı, mezhepçi çatışmanın bir parçası olmak isteyen gruplar da dâhil oldu. DEAŞ, El Nusra, Hizbullah, Afganistan ve Yemen'den gelen bunlara benzer çeşitli unsurlarla birlikte, müthiş bir radikalizm ve ekstrem olaylar hüküm sürmeye başladı.

Türkiye ilk günden itibaren, sür'atli bir çözümden yana tavır koydu... Suriye'de siyasi çözüm, ancak ülkenin tarihî ve sosyal dokusunun ürünü olan bir formül olabilirdi. Zira ülke yönetimleri, mutlaka halkın rızasına dayanmalı. Bunun da iki yolu var. Demokrasi veya korku ve baskı ile rızayı sağlayabilmek... Beşar Esad, halkına karşı savaş açmış ve artık bir yönetim istikrarı sağlaması mümkün değil. Suriye halkı, canı ve kanı pahasına, Esad rejiminin saldığı korkuyu aşarak mücadeleye başlamıştır. Bugün Esad, başkalarının menfaati uğruna, sun'i teneffüsle ayakta tutuluyor!.. Rejim yıkılmasın diye, tam da Esad'ın sarsılmaya başladığı 2012 yılında, silah ve cephane desteğini arttırdılar. ABD'nin ilan etmiş olduğu kırmızı çizgilerinin aşılmasına ses çıkarmaması (kimyasal silah kullanımı) üzerine, 2013'ten itibaren; İran, Hizbullah, Irak'taki Şii milisler ve Yemen'den gelen çeşitli gruplar fiilen çatışmalara katıldı.  Daha sonra Suriye rejimi, iki terör örgütü ile iş birliğine gitti. Bu örgütler PKK ve DEAŞ'tı. DEAŞ, İran, Irak ve Suriye hapishanelerinden salınan mahkûm insanlardan oluşuyordu... Dikkat edilirse, Suriye rejiminin DEAŞ örgütü ile kayda değer bir çatışması yoktur. DEAŞ'ın bütün dünyayı dehşete düşüren eylemleri, 2014 yılında Irak'a dönüşü ve çok şaşırtıcı bir hızla Musul'u zapt etmesinden sonradır. 70 bin kişilik Şii askerlerden oluşan Irak ordusu, 1500 DEAŞ militanına karşı savaşmayıp, üstelik ellerindeki modern Amerikan silahlarını (helikopter dahil...) bırakıp kaçtı.

Anlaşıldı ki, Şii Irak askerleri burayı vatan olarak görmüyor ve bunun için de ölmek istemiyor. Zaten, sekiz yıllık Maliki Yönetimi döneminde, açıkça dışlanan, baskılanan ve zulme maruz bırakılan Sünni Irak halkının, çaresiz kalıp DEAŞ'a destek verdiği de açıktır. Nitekim Ramadi'de de 600 kişilik DEAŞ güçleri, 6 bin kişilik Irak kuvvetlerini püskürterek burayı ele geçirmiştir... DEAŞ Irak ordusundan ele geçirdiği silahların bir kısmını, Suriye'ye kaydırarak burada kullanmıştır...

Netice olarak bugüne gelirsek, Suriye rejimi ülke topraklarının yüzde 14'lük kısmına sıkışmış ve bu kadarını dahi kontrol etmekte zorlanıyor. İranlı milis generali Kasım Süleymanî, iki defa Moskova'ya giderek, Esad'ın her an çökebileceğini söyledi ve acil yardım çağrısında bulundu. Esad İran için, İran da Rusya için vazgeçilmez. 2011 yılında, ABD Başkanı "Esad gitmelidir..." dediği vakit, Rus Dışişleri Bakanı Lavrov; "Bunlar Esad'ın değil, İran'ın peşindeler..." şeklinde açıklama yapmıştı. İran, Esad'ın gitmesiyle birlikte Suriye'deki kazanımlarının biteceğinden korkuyor. Rusya, hem öteden beri önem verdiği İran'ı desteklemek hem de dünyada yeniden itibar ve etkinlik kazanmak peşinde... Aynı kaynağın ifadesine göre, Rusya, son zamanlarda Suriye'de giriştiği atraksiyonlara rağmen, Türkiye ile bir açık çatışma (konfrantasyon) niyetini taşımıyor. Tam aksine, Türkiye'ye karşı oldukça dikkatli bir politika izliyor. Mesela: Erdoğan'ın hayli sert sözlerine karşılık, Putin, "Türkiye Rusya'nın en önemli ortaklarından biri..." şeklinde cevap vermiştir.

Diğer taraftan Suriye konusunda, Türkiye ile ABD arasındaki görüş teatilerinde, daha olumlu bir noktaya doğru gidildiği ifade ediliyor. Ancak tam bir iş birliği ve çözüm için, galiba yeni Başkanın işbaşına gelmesi gerekecek. Kaynağımız, Esad'ın gidişini hazırlayacak ve bunu kesin olarak bitirecek geçici bir yönetim üzerindeki zihin egzersizlerinin devam ettiğini belirtti. Fakat Obama ile bir yere varılamayacağı kanaatinin de hâkim olduğunu vurguladı. Avrupa cenahına gelince, Suriye Krizi'nin AB ile ilişkilerin gelişmesinde, şaşırtıcı bir etki yapması dahi beklenebilir... Özellikle Merkel'in son Türkiye seyahati ve buradaki beyanlarına dikkat etmek gerekiyor. AB ve onun en önemli üyesi olan Almanya, (şüphesiz kendi çıkarları için) Türkiye'yi âdeta yeniden keşfediyor!.. Şöyle ki, son aylarda yalnızca Almanya'ya her gün ortalama 7 bin Suriyeli sığınmacı giriyor. (40 günlük toplam 409 bin...) Özetle Türkiye olmadan, AB ülkelerinin göç ve mülteci sorununu halletmesi asla mümkün değil. Nihayet bunun anlaşılmış olması, hiç de şaşırtıcı değil. Haydi, biraz daha şaşırtalım: Kırk küsur yıllık Kıbrıs meselesi dahi, bu sene bitebilir. Nasıl olacak diye sorarsanız, ya bitecek ya bitecek!.. Azıcık bekleyeceğiz.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.