Sahada ve masada olmak, ama nasıl?

A -
A +
Ecdadımız “Hazır ol cenge, ister isen sulh-u salah” derken, neyi anlatmak istiyordu? Yahut şöyle soralım: “Yurtta sulh, cihanda sulh” acaba nasıl sağlanabilir? Temenni etmek yeterli mi?   Hayal ve hakikat arasında, doğru noktada durmak gerekiyor… Sadece hayal veya temenni etmekle maksada kavuşmak mümkün olmaz. Hedefe ulaşmak için sebeplere yapışmak yani çalışmak, gayret etmek lazımdır!.. İnsanlık için en önemli şey, şüphesiz barış ve huzurdur. Ama ne yazık ki, tarih boyunca savaşların olmadığı bir dönem yaşanmamıştır. Bu, kolay izah edilebilir bir durum değildir. Aklı başında olan hiç kimsenin, normal şartlar altında savaştan yana tavır koymaması gerekir? Çinli savaş sanatı ustası Sun Tzu; “En başarılı komutan, ordusunu hiç savaşa sokmadan, zaferi kazanandır…” der. Çünkü savaşa giren ordu, sonunda muzaffer olsa dahi, muhakkak kayıplar verir, hasar görür. Peki, niçin bu girizgâhı yapma ihtiyacı duydum? Son günlerde, medyanın bir kısmında; Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın bazı sözlerinden yola çıkılarak, ülkeyi savaşa sürüklemek istediği yolunda, ayağı hiç de yere basmayan yorumlar yapılıyor. Öyle ki, her biri kaskatı gerçek ve birer tarihî hakikat olan Lozan ve Misak-ı Millî konularından bahsetmesini dahi, bambaşka yerlere çekenler var. Bazıları bu kelimelerin telaffuz edilmesinden fena hâlde rahatsız oluyor. Vaktiyle bu meselelerde bize kök söktürmüş olan dış mihrakların, şuurlu bir hatırlatmadan rahatsızlık duyması çok normal. İyi de içerdekilere ne oluyor? Onları böylesine rahatsız eden şey nedir? Acaba meseleleri doğru kavrayamadıkları için yanılgıya mı düşüyorlar, yoksa şimdiye dek savundukları ideoloji ve onunla bütünleşmiş isimlerin geçmişteki hata ve zaaflarının irdelenmesinden mi hoşlanmıyorlar?.. Aksi hâlde bu mevzuların konuşulmasından niçin rahatsızlık duyulsun? Bugün pek çok ülke, sınırlarla ilgili meselelerini, Osmanlı Devleti dönemindeki kayıtlar üzerinden incelemiyor mu? Mesela İsrail, esasen Lübnan’a ait Şibaa çiftlikleri üzerinde, böyle bir iddiada bulunmuyor mu? Hayır, Sayın Erdoğan Misak-ı Millî ve Lozan’dan bahsederken, ne ülkeyi savaşa sokmak istiyor, ne de başkalarının topraklarına göz dikmiş oluyor? Sadece bugün yaşanan ihtilaf ve çatışmaların, yüz yıl önce nasıl ve kimler tarafından kurgulandığını anlatmaya çalışıyor. Yani bir nevi “Tarih dersi veriyor.” 1916’da olup bitenleri tam olarak fehmetmeden, 2016’da başımıza örülmek istenen çorapları anlayamayız, çözemeyiz. Aman sesimizi çıkarmayalım, aman kimseyi kuşkulandırıp kızdırmayalım gibi ürkek politikalarla da bir yere varamayız. Nokta! Bu kabil politikalar soğuk savaş döneminde, statükoyu muhafaza etmek için, belki bir nebze işe yaramış olabilir. Lakin günümüzde derde deva olacak bir reçete değildir. Cumhurbaşkanı dün muhtarlarla yaptığı toplantıda bu hususu bir kere daha ve çok net biçimde dile getirdi: “Irak ve Suriye sorununu konuşurken tarihî ve hukuki haklarımızı da dikkate almalıyız. Lozan, Misak-ı Millî deyince, topraklarında gözümüz var deniliyor. Bizim kimsenin toprağında gözümüz yok. Yeni çatışmaları engellemeye çalışıyoruz…” İşte tam burada ecdadımızın o muhteşem sözünü hatırlamak durumundayız. HAZIR OL CENGE, İSTER İSEN SULH-U SALAH. Evet, barış ve huzur istiyorsan, cenge hazır olacaksın. Yani YURTTA SULH, CİHANDA SULH demekle barış gelmiyor. Gelmiyor! Şayet gelseydi, Irak ve Suriye vatandaşlarının her gün feryâd-u figan etmeleri bunu sağlardı… Bu sebeple Cumhurbaşkanının şu sözleri çok mühim: “Türkiye Irak ve Suriye’de yaşanan her gelişmenin içinde mutlaka yer alacaktır. Gerekirse askerî ve diplomatik olarak yanlarında olacağız… DAEŞ bahanesiyle 10 yıldır bölgede Müslüman kanı dökenlerin, şimdi aynı işi başka örgütler eliyle yürütmesini istemiyoruz. Irak’ın mezhep savaşına sürüklenmesine izin vermeyiz…” Doğrusu, şu sıralarda İslam Dünyasının tam da duymak istediği sözler bunlar. O hâlde, Batı’da bu sözlere verilen tepkilere hiç de aldırmamak lazım. Niçin? Cevabı Erdoğan’ın şu cümlelerinde yatıyor: “Sürekli ithamlara maruz kalıyor, engellenmeye çalışılıyoruz. DAEŞ operasyonlarında yer alan diğer ülkelere, bize çıkarılan engeller neden çıkarılmıyor? Bu tezgâh eski Türkiye’de işleyebilirdi, ama bugünkü Türkiye’de kabul edilmesi mümkün değil. Gerekirse sahada göze göz dişe diş, gerekirse diplomasi masasında yumruğumuzu masaya vurarak, bu milletin hukukunu koruyacağız.” Evet, hem sahada hem masada…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.