Kırılma noktası…

A -
A +
Suriye’nin kuzeyindeki dengeler için yepyeni bir dönem başlamıştır. Ve buradan geriye dönüş ihtimali ortadan kalkmıştır. Yani ABD bir daha burada yuvalanmış terör örgütüne 30 bin tır silah yardımı yapamaz!
 
9 Ekim günü saat 16.00’da, Türk savaş uçaklarının Resülayn’daki terör örgütü hedefleri üzerine ilk bombayı bıraktığı andan itibaren, Suriye’nin kuzeyindeki dengelerde çok köklü bir değişim başladı. Açıkçası bu tarih orada oluşturulmak istenen terör koridoru ve garnizon devletçik için bir dönüm noktasıdır. Mehmetçiğin dokuz günlük taarruzu, Batı mahfillerinde bu bölge için pişirilmek istenen kirli oyunu, tarihin sayfalarına havale etmiştir. Çok açık ve net olarak ifade edelim ki, buradan artık geriye dönüş yoktur. Emperyalist güçler, sinsi politikalarından ve hedeflerinden vazgeçmek istemeyecektir elbet. Ama belirtelim ki, ABD bir daha bu bölgede yuvalanmış PKK/PYD terör örgütüne 30 bin tır silah ve mühimmat takviyesi yapamayacaktır. Esasen daha önce, ABD bu vahim hatayı yaparken de, Türkiye en güçlü şekilde bu projeye müsaade etmeyeceğini kendisine ihtar ediyordu. Sonunda bıçak kemiğe dayandı ve Türkiye, Barış Pınarı Harekâtı’nı hayata geçirerek, Suriye’de yepyeni bir dönemin kapısını araladı. 9 Ekim gibi, 17 Ekim (Ankara mutabakatının sağlandığı tarih) ve 22 Ekim (Soçi muhtırasının imzalanması) de, Suriye sınırımızın hemen dibinde bir garnizon terör devleti oluşturma planına, ölümcül darbenin vurulduğu tarihlerdir. Ankara ve Soçi mutabakatlarıyla, PKK/PYD’nin terör örgütü olduğu bir kere daha tescil edilmiştir. Bölgesel ve küresel kimi güçler ve onların yayın organları, ısrarla bu terör örgütünü Kürtlerin temsilcisi olarak empoze etmeye çalışsa da, uluslararası düzen bakımından gerçek durum, güçlü şekilde kayda geçirilmiş ve Türkiye’nin kendi güvenliğini sağlamak için terörle yürüttüğü mücadelenin haklılığı kabul edilmiştir. Bu netice belki de, PKK bölücü örgütünün sahneye çıkmış olduğu son kırk yıldaki en kritik gelişmedir.
Soçi muhtırasıyla, Suriye’de ayrılıkçı gündemin devre dışı bırakılması hususu, Türkiye ve Rusya tarafından teyit edilmiş, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve Türkiye’nin güvenliğinin sağlanması için taahhüt alınmıştır. Ankara ve Soçi mutabakatları; şimdiye kadar Türkiye’yi oyalamaya çalışarak, terör örgütünü palazlandıran ABD’ye ve Suriye rejimini kollamaya ağırlık veren Rusya’ya, taahhütlerini yerine getirme konusunda, kaçınamayacakları bir yükümlülük getirmektedir. Bu durum şüphesiz Türkiye’nin elini çok güçlendirmiştir. Nitekim hem ABD hem Rusya, terör örgütünün belirlenen güvenli bölgeden çekilmemesi durumunda, Türkiye’nin gereken tedbirleri alma hakkını bir kere daha ikrar ve teyit etmiştir. Türkiye daha önce pek çok defa, terörle mücadele için sınır ötesi harekât yaptı. Ancak hiçbirisi siyasi bakımdan Barış Pınarı Harekâtı’nın doğurduğu sonuçları vermemişti. 120 +150 saatlik sürelerle, önce ABD ve daha sonra Rusya’nın, ulusal güvenliğimize açık tehdit olan PKK/PYD’nin; sınırımızdan uzaklaştırılması için, resmen taahhütte bulunması, kesinlikle diplomatik büyük bir başarıdır. Bu mutabakatların muhtevasına dair, temelsiz tereddütler belirten sözde uzmanlara bakmayın siz. Her vakit Türkiye aleyhine haber ve yorum köpürten Batı medyasına bakınız yeter!..
Gelelim ısrarla, Türkiye’nin Suriye rejimi ve Esad’la doğrudan ilişki kurması için, lüzumsuz bir gayretkeşliğin içinde olanlara… Bunlar aslında Suriye rejimi ve Esad ailesinin gerçek yüzünü hiç bilmiyorlar. 1970 yılından öldüğü 2000 yılına kadar, tam otuz sene boyunca baba Esad, Suriye halkına kan kusturdu. O dönemde milyonlarca Suriyeli canını kurtarmak için yurt dışına kaçtı. Sadece 1983’teki Hama katliamından kaçanların sayısı 800 bin idi. Bugün onların sayısı iki milyonu geçiyor!.. Hâlihazırda ülke nüfusunun yarıdan fazlası dışarıda hayat mücadelesi veriyor. Baba Esad’ın en tehlikeli rakibi, büyük uyuşturucu tüccarı olan kardeşi Rifat’tı… Darbe yapmasını önlemek için, Hafız Esad, çok büyük paralar vererek gönüllü sürgüne razı etmişti. Oğul Esad’ın da en büyük rakibi eniştesi Asıf Şevket’ti. Ve yüksek güvenlikli bir toplantıda, salona yerleştirilen güçlü bir bomba ile imha edildi hatırlayınız. Suriye rejimi, bir devlet yönetimi formatından ziyade bir mafya yapısına benziyor… Esad burada baronlar masasının başında oturuyor. Ama her an kardeşi Mahir veya kuzenlerinin tertibi ile koltuğu kaybedebilir, hayatını dahi yitirebilir!.. Bunlar olmasa dahi, fazla uzakta olmayan bir günde, tıpkı Miloseviç gibi Uluslararası Ceza Mahkemesinde hesap verebilir. Artık o da intihar mı eder yoksa kodeste cezasını mı çeker, orasını bilemeyiz. Unutmayınız, hâlâ daha Lübnan Başbakanı Hariri suikastından sorumlu tutulduğuna göre; 2011’den beri kan gölü hâline getirdiği Suriye’de, en az bir milyon insanın ölümünden sorumlu biri olarak yakasını kurtarması mümkün değil. Yani Suriye’nin geleceğinde Esad’ın yeri yok. Bunu anlayalım…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.