Doğu Akdeniz’de yeni bir eksen oluşurken...

A -
A +
 
El eşeğine binen tez iner!.. Kırk kapıdan yardım dilenen savaş lordu Hafter sonunda altın vuruş yapmak zorunda kaldı. Libya’nın kendisine bırakılacağı zehabıyla başkanlığını ilan etti. Tabii güvendiği dağlara da kar yağdı...
 
 
Muammer Kaddafi kırk iki yıl boyunca Libya’yı demir yumrukla idare etti... Tabiatıyla kendisine “Libya’nın Lideri” unvanı verilmişti. Ancak liderlik daha doğrusu hakiki liderlik, sadece ülke halkının samimi olarak destek vermesiyle mümkündür. Kaddafi hiçbir zaman böyle bir samimi desteğe sahip olmadı. Onun için de, 2011 yılı Mart’ında “Arap Baharı” dalgasıyla başlayan kargaşanın anaforunda debelenmeye başladı. Yedi aylık ümitsiz direnişten sonra, isyancılar tarafından çok feci şekilde ve aşağılanarak linç edildi. Kaddafi, kırk küsur yılın hınç ve intikam öfkesiyle kendisine işkence edenlere, “Yapmayın evlatlarım, ben sizin babanızım...” diye yalvarsa da trajik netice değişmedi. Bugün Suriye halkı da Beşar Esad’ı bir şekilde derdest edebilse, o da aynı âkıbeti paylaşacak!.. Sisi için de benzer durum geçerli. Arap devletlerinin hangisinde, halkın desteğiyle sağlanmış iktidar ve liderlik söz konusu? Hiçbirinde!.. Hâl böyle olunca da o ülkelerin millî servetleri ve enerjileri yanlış mecralarda savrulup saçılıyor... Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, hiçbir zaman kendi inisiyatifleriyle ve kendi savunmaları için rasyonel biçimde kullanamayacakları silahlara yüz milyarlarca dolar para ödüyorlar. Bu silahların  bir kısmı depolarda çürürken, bir kısmı da hiç bu ülkelere bile uğramadan, küresel güçlerin koçbaşı olarak kullandığı terör örgütlerine gidiyor...
Ne yazık ki böyle garabet içinde yüzen Arap devletlerinin büyük ekseriyeti, her an kendi tepelerine çökebilecek güçlerin bastonu olma mahkûmiyetine düçar olmuş durumda... Ama beri tarafta bu devletlerin yer aldığı coğrafya en zengin enerji kaynaklarına sahip. Dolayısıyla paylaşım kavgaları da en şiddetli biçimde bu coğrafyada yaşanıyor. Mısır, Libya ve Suriye ve Lübnan ve Filistin, Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkeler olarak bugün ve yarınlar için özellikle enerji konusunda, hayati kararlar almak veya alamamak gibi çetin bir durumla yüz yüze... Avrupa Birliği'ne sırtını dayamış Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Amerika’nın kayıtsız-şartsız desteğiyle hiç hak etmediği bir güç ve nüfuz devşiren İsrail, bütün kapıları zorlayarak defakto kazanımları kovalıyor. İçinde bulunduğu siyasi, ekonomik ve sosyal buhran sebebiyle, her adımında Amerika’nın ve tabii İsrail’in ağzına bakan Mısır, beri tarafta kendi halkı ve bütün Arap dünyası için taşığı ehemmiyeti hiç dikkate almadan, bahsi geçen güçlerin yedeğinde sürükleniyor! Aynı şekilde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, artık aleni biçimde İsrail’e destek olacak her türlü yaltaklanmayı ika etmekten çekinmiyor... İşte böyle bir ortamda, Doğu Akdeniz; yeni yeni keşfedilen petrol ve doğalgaz rezervleri sebebiyle, uluslararası ilişkilerde çok önemli bir denklem olarak karşımızda duruyor. Önce İsrail’in daha sonra da Yunanistan ve GKRY’nin, uluslararası düzeni kale almadan, amiyane tabiriyle kapkaç usülü pişirmeye çalıştığı kirli işleri engellemek için; Türkiye, istikrarlı ve etkili bir şekilde karşı duruş gösterdi. Bu duruşunu her durumda güç gösterisi ve güç kullanımı dâhil göstermekten imtina etmedi.
Hâlihazırda Türkiye Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama çalışmaları bakımından cumhuriyet tarhinin en büyük aktivitesini gösterirken, diğer yandan askerî kapasitesiyle Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin menfaatlerinin korunması noktasında çok dikkat çekici bir faaliyyet sergiliyor... Bu arada ABD, Rusya, İngiltere ve Fransa’nın da çok yakından izlediği bu süreçte, kendi hesaplarına aktif rol için her türlü atraksiyondan geri kalmadıklarını hatırlatalım. Bu tablonun özeti şudur; Doğu Akdeniz, yeni bir eksene kaynaklık ediyor... Bu anlamda Türkiye’nin Libya ile imzaladığı münhasır ekonomik bölge anlaşması, kilit taşlarından biridir. Türkiye’nin bu çok etkili ve şaşırtıcı hamlesini boşa çıkarmak için, Hafter gibi, Sisi gibi piyonları ileri süren odaklar, şu ana kadar beklediklerini bulamadı. Tam aksine, Türkiye’nin kararlı duruşu ve peş peşe attığı kritik adımlar, karşı tarafın moralini bozdu.
Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti, Türkiye’nin verdiği güçlü destekle, birkaç ay içinde ülkede konumunu hayli güçlendirdi. Bir müddet öncesine kadar, kendince son kale olarak gördüğü Trablusgarp’a nihai taaruz yapma hazırlığında olan Hafter piyonu, özellikle birkaç haftadan beri peş peşe yediği ağır darbelerle fena hâlde sarsılmış bulunuyor. Daha önce hiçbir şekilde ateşkese yanaşmayan Hafter, gelinen noktada tek taraflı olarak ateşkes ilan etmek zorunda kaldı. Bu gelişmede, Türkiye’nin UMH’ne verdiği askerî desteğin belirleyici sonucunu açıkça görüyoruz.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.