İstanbul’un fethini idrak etmek…

A -
A +
Tarihteki önemli hadiselerin yıl dönümünde çeşitli merasimler tertip ederiz. Şüphesiz maksat günün mana ve ehemmiyetini hatırlatarak, tarih şuurumuzu ve millî mefahirimizi zihinlerde canlı tutmaktır…    
Salgın hastalığın getirdiği sınırlama ve zorluklara rağmen, İstanbul’un fethinin 567’nci yıl dönümü, yine de ihtişamlı törenlere sahne oldu… Aradan beş buçuk asrı aşkın zaman geçmesine rağmen, fetih ruhunu bir şekilde canlı tutmak, çağ kapatıp çağ açan bu büyük hadiseyi manen idrak etmek ve bu mirasa layık olmak için, neler yapmamız gerektiğini tefekkür etmek çok önemli!.. Zira böyle bir muhteşem mirasa sahip olmak ziyadesiyle sorumluluk gerektirir. Öncelikle bunun kıymetini bilmek lazım. Bu noktada, bizler acaba ne durumdayız? Yani Fatih Sultan Mehmed Han’ın bize bıraktığı emanete ne kadar sahip çıkabildik? Mesela Koca Fatih Ayasofya Vakfiyesinde ne demiş, neleri vasiyet etmiş?.. Merak edenler bir zahmet araştırıp bulsun ve en azından özetini okusun… Dün fetih yıl dönümü münasebetiyle, fethin sembolü olan Ayasofya’da Fetih Sure-i celilesi tilavet edildi. Malum olduğu üzere, her mübarek surenin bir nüzul (Peygamber Efendimize “sallallahu aleyhi ve sellem” indirilmesi) sebebi vardır. Hicretin altıncı yılında inen Fetih suresinin nüzul sebepleri, Hudeybiye musalahası (anlaşması), o sene Müslümanların umre ibadetini yapamaması, cihadın fazileti, cihattan geri kalan münafıkların durumu ve ileride Mekke-i Mükerreme’nin fethedileceğinin müjdelenmesidir.
İstanbul’un (O zamanki adıyla Kostantiniyye) fethedileceğinin müjdesini de Peygamber Efendimiz aleyhisselam vermiştir. “Kostantiniyye muhakkak fetholunacaktır. Onu fethedecek komutan ne güzel komutan ve ne mutlu onun erlerine.” Bu müjdeye kavuşmak için, Eshab-ı kiram devrinde tam dört defa İstanbul üzerine sefer düzenlenmiştir. Bu seferler esnasında, İstanbul civarında şehit düşen binlerce sahabe-i kiram “Radıyallahü anhüm” vardır. Mesela Karaköy’de Yeraltı Camii yakınlarında çok ayıda sahabe kabri vardır. Bunlardan ancak kırk kadarının ismi bilinmektedir. En meşhurları da Halid bin Zeyd Ebu Eyyub El Ensari’dir… İstanbul işte böyle mübarek bir şehirdir. Lakin bizler günlük hayhuy içinde bunun pek farkında değiliz ne yazık ki. Önceki gün akşam saatlerinde, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Ayasofya’da Fetih Suresinin tilavet edileceği bilgisini vermişti. Ve derhâl bunun yankısı Yunanistan siyaset ve medya çevrelerinde dalgalandı. Yunan Hükûmet Sözcüsü Stelios Petsas; Ayasofya'nın dünya kültür mirasına ait bir müze olarak kabul edildiğini ve şu anda başka amaçlarla kullanıldığını söyleyecek kadar ileri gitti…
Ayasofya’yı, fethin sembolü olarak camiye çeviren ve bunu değiştirecek olanları da kıyamete kadar lanetleyen, Sultan Fatih’in mirasına; her fırsatta el uzatmak isteyen iç-dış odaklara karşı yeterince teyakkuzda olmazsak, ileride daha nelerin yapılmak isteneceğini de bilmemiz lazım! Seksen küsur seneden beri Ayasofya’nın statüsü tartışılıyor… Ama bugüne kadar, daha şu husus bile tam ve doğru biçimde vuzuha kavuşturulabilmiş değil: Gerçekten Ayasofya nasıl ve hangi saiklerle, müzeye çevrildi? Bu kararın altında yatan sebepler nelerdir? Ve en önemlisi de Ayasofya Camii, vakfiyesinde açıkça yer alan maksadın dışına çıkarılarak müzeye dönüştürülürken, kanuni-hukuki prosedür nasıl işlemiştir? Daha açıkçası, Ayasofya’yı camiden müzeye çevirirken, hangi usulsüzlükler yapılmıştır? Milletimiz Ayasofya’nın bugünkü hâlini içine sindirebilmiş değildir. Ve her vesileyle mabedin tekrar asli hâline getirilmesi talebini seslendirmektedir...
Diğer taraftan, Ayasofya’da Kur’ân-ı kerim okunmasını dahi hazmedemeyen iç ve dış mihrakların sürekli bir teyakkuz hâlinde olduğunu da görmüyor değiliz. Evet, mirasımıza ne kadar sahip çıkabilirsek, o derece hususiyetlerini muhafaza edebiliriz. Aksi hâlde nasıl olduğunu bile tam anlayamadan, kaşla göz arasında pek çok fırıldağın çevrildiğini gördüğümüzde iş işten geçmiş olur. İstanbul’u hâlâ Konstantiniyye olarak görenler, Ayasofya’yı müzeden de öte bir kimlikle kabul edenler, Türkiye’nin aleyhine her türlü tezgâhı çevirmekten geri durmuyorlar... Bu sebepledir ki, İstanbul’un fethini yalnızca her senenin 29 Mayıs’ında hatırlayıp kutlamak yetmez. İstanbul’a ve Ayasofya’ya ve tabii bütün kıymetlerimize her gün aynı şuurla sahip çıkmamız gerekir. Bu topraklardan irili ufaklı onlarca medeniyet gelip geçti… Yani buralarda kalıcı olmak hiç kolay değil. Türk milleti bin yıl boyunca, fetih ruhuyla bu zoru başardı. Bugünkü nesillerin bu hakikati zihinlerine ve kalplerine iyi yerleştirmesi lazım. Fetihler, millî mefahirimizdir. Bunun manasını tam kavrayamadan yeterince sahiplenemeyiz.
Mübarek cuma gününe rastlayan “Feth-i mübînin” bütün İslâm âlemine, yeniden bir uyanış ve diriliş vesilesi olmasını temenni ediyor, başta Fatih Sultan Mehmet Han olmak üzere, bu muhteşem zaferde emeği geçen şanlı ecdadımızı rahmetle ve şükranla yâd ediyoruz. Dereceleri âli olsun inşallah!..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.