İstanbul Sözleşmesi ve diğerleri…

A -
A +
  Türkiye’de aile yapısının, tek tek karı ve kocanın (eşlerin) ve çocukların büyük bir tehdit ve tehlike altında olduğuna dair yaygın kanaat, ne yazık ki acı bir gerçek… Peki, sıkıntıların kaynağı nedir?     Dün haber mecralarında bıktırırcasına, tekrar tekrar döndürülen iç karartıcı haberlerden sadece üçüne kısaca işaret edelim… Kütahya’da karısını boğmak isteyen koca, komşuların ihbarı üzerine; polislerin kapıyı kırarak içeri girmesiyle son anda derdest edildi. Çiftin 16 yıllık evliliğinin hikâyesi çok trajik. Kadının ifadesine göre, her akşam dayak ve işkence devam etti... Diğer taraftan İstanbul Esenyurt’ta, üç yıl önce boşandığı eski karısını kaçırıp döven, işkence eden, tecavüz etmeye kalkışan eski kocayı, çeşitli suçlardan toplam 15 yıl hapis cezası talebiyle yargılanmasına rağmen, mahkeme iki buçuk aylık tutukluk süresini yeterli görüp, serbest bırakılmasına karar vermiş. Ve serbest kalır kalmaz da, askerdeki oğlunu arayarak, “Annen ya benimle oturur veya ölür…” diye tehdit savurmuş... Bir diğer tuhaf haber de yine İstanbul Üsküdar Meydanı'ndan. Bankta oturan kadın, aniden tartışmaya başladığı erkek arkadaşını evire çevire tekme tokat iyice dövdükten sonra, hiçbir şey olmamış gibi koluna girerek birlikte yürüyüp gidiyorlar!..
Her gün onlarca, belki yüzlerce buna benzer; hatta daha vahim olayların yaşandığı ülkemizde, aile yapısı büyük bir tehdit ve tehlike altında. Aile yapısı derken, tek tek karı ve koca (şimdi yaygın olarak eş/ler diye ifade ediliyor ki, bu kavram değişikliğinin dahi sosyolojik ve psikolojik açıdan birçok problem kaynağı olduğunun pek de farkında değiliz…) ve çocuklar işbu tehlikenin altında zindan hayatı yaşıyor. Son zamanlarda bu konuda daha fazla yazılıp çizilmeye başlandı. Ancak maalesef bu can yakıcı meselenin doğru biçimde ele alınıp tartışıldığını söyleyemiyoruz.
Çünkü meseleye genellikle bütün olarak değil de, belirli noktalardan ve daha ziyade subjektif biçimde yaklaşılıyor. Hâlbuki, bu mesele bütün yönleriyle ve objektif biçimde, konunun uzmanları tarafından ele alınıp değerlendirilmeli. Öbür türlü eksiklik ve yanlışlardan ve dolayısıyla da yeni sıkıntılara kapı aralamaktan kurtulamayız!.. Taze bir misal olarak İstanbul Sözleşmesi… AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un bir televizyon mülakatında, bahse konu sözleşmenin imzalanmasının yanlış olduğunu belirtmesi ve usulüne uygun biçimde bu sözleşmeden çekilme hazırlıklarından bahsetmesi, haklı olarak muhafazakâr-dindar kesimi heyecanlandırdı. Zira 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe giren bu anlaşma, ta ilk günden beri tartışma konusuydu. Anlaşmanın muhtevasında, Türk milletinin inancıyla, kültürüyle asla bağdaşmayan ve aile yapısının temeline dinamit koyan hükümler vardı. 81 Maddelik anlaşmanın maksadı, 3. Maddede; “Kadına yönelik şiddeti ve her türlü ayırımcılığı önlemek” şeklinde derpiş edilmişti. Velakin kadına şiddeti önlemenin dışında, çok daha başka alanlarda; belki de başlangıçta kimilerinin hiç fark etmediği, gayrimeşru ilişkilere ve eşcinsel evliliklere kadar uzanan yollar ve tuzaklar açılıyordu… Adı üstünde anlaşma, elbette doğrudan bir kanun statüsünde değildi. Ama Anayasa 90. Madde hükmüne göre, kanun hükmünde bir metin olarak, imzacı taraflara çeşitli yükümlülükler getiriyordu. Bu yönüyle İstanbul Sözleşmesi aslında bir yol haritası mahiyetinde…
Bu arada, İstanbul Sözleşmesi öncesinde, Türk Hukuk sisteminde yapılan köklü değişiklikler; özellikle Aralık 2001 tarihinde yürürlüğe giren yeni Medeni Kanun…  En önemlisi de, 20 Mart 2012 tarihinde hayata geçirilen 6284 Sayılı “Ailenin Korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair” kanun, toplumsal hayatımızı derinden etkileyen yeni kavram ve hükümlerle, bugün yaşanan sıkıntıların doğmasında önemli rol oynadı. Kanunların ruhu, fert ve toplumların inanç ve kültür yapısına, yüzyıllar boyu yerleşmiş örf ve âdetlere, teamüllere uyum göstermediği vakit sıkıntıların sonu gelmez… Türk toplumu son bir asırda çok hızlı değişim ve dönüşümler geçirdi. Son kırk yılda da özellikle düzensiz göç ve yoğun şehirleşme ile birlikte, hayat tarzı bakımından büyük bir altüst oluş yaşadı. Üstüne üstlük, haberleşme teknolojisindeki baş döndürücü gelişmelerle, bu sayede küreselleşmenin etkilerine büsbütün açık hâle gelmesi, kozmopolit kültür saldırısının karşısında korumasız bıraktı. Millî kültürün şekillendirdiği örf-âdet, gelenek ve görenekler ile aile mahremiyeti, namus kavramı, haysiyet ve şeref anlayışı yerine; bütün bunları tersyüz eden, inkâr eden, temelinden dinamitleyen yoz anlayış ve “yeni yaşam tarzı” diye sunulan ölçüsüz-değersiz davranış biçimi, beraberinde sosyal felaketi getirdi. Bu felaket aileyi temelinden çökertirken, aile fertlerini de derin psikolojik bunalımlara sürükledi!..
Bu “çağdaş felaket” ile mücadele için sunulan reçeteler ise hep eksik, gedik kaldı ve kimi zaman da maalesef tam tersine yarayı azdıran etkiler yaptı. Kadını şiddetten koruyalım derken, bu defa erkek en başından ve daimî biçimde suçlu ve sanık sandalyesine oturtuldu… Neticede kaş yapalım derken göz çıkarıldı!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.