Orta Doğu’nun Paris’i ve Macron…

A -
A +
Bir zamanlar eğlence ve debdebenin merkezi olarak “Orta Doğu’nun Paris’i” diye anılan (Beyrut’u kim patlattı?) sorusu, askıda durmaya devam ediyor. İddialar muhtelif amma hakikat bir: Ba’de harabi’l-Beyrut!..   Tarih boyunca yıkıma uğrayan, harap olan şehir sadece Basra değil… Ama “Ba’de harabi’l-Basra – Basra harap olduktan sonra…” ifadesi çok yaygındır. Her ne kadar mevcut hâli pek iç açıcı olmasa da, bugünlerde aynı ifadeyi Basra’dan ödünç alarak, Lübnan’ın başşehri Beyrut için kullanmakta bir mahzur yok… Evet, saniyeler içinde harabeye dönen; bir zamanların Paris’i diye bilinen Beyrut, nasıl patladı yahut kim/ler patlattı? Bu sorunun cevabı belki de hiçbir zaman tam olarak bilinmeyecek! Zira Lübnan üzerinde hesabı olan ve daimî şekilde eli Lübnan’ın içinde olup ülkede fitne kazanını körükleyen o kadar çok güç odağı var ki… Bölgesel ve küresel güçler. Bunları çok iyi biliyorsunuz. İsrailli siyasetçi, Beyrut’un yaşadığı felaketi nasıl tanımlıyor? “Muhteşem bir havai fişek gösterisi izledik…” diyor, utanmadan – sıkılmadan. Ve işin daha da tuhaf yönü, bu aşağılık yaklaşıma karşı doğru dürüst bir tepki bile yükselmiyor! Bugüne kadar Lübnan kaç kere İsrail’in saldırılarına hedef oldu? Kaç defa işgale uğradı? Hâlen topraklarının bir kısmı da (Şibea çiftlikleri) işgal altında değil mi? Hizbullah teşkilatı sebebiyle Lübnan daimî şekilde İsrail’in hedefi değil mi? Peki, Hizbullah’ın arkasındaki güç kim? İran!.. 1920’lerden itibaren devlet(çik) olarak kurgulanmaya başlayan Lübnan’ı, Suriye hiçbir zaman bağımsız bir ülke olarak kabul etmedi ve her zaman arka bahçesi olarak gördü. Suriye, askerî ve istihbarat gücüyle, burada sayısız operasyonlar gerçekleştirdi… Beri tarafta Lübnan’ı ve dahi Suriye’yi daha değişik bir konseptte sahiplenmeye çalışan Fransa’yı da unutmayalım. Bilindiği üzere, 1920 -1946 yılları arasında Lübnan ve Suriye’de Fransız manda yönetimi hüküm sürdü. Fransa sanki o manda yönetimi sona ermemiş gibi bir hava içinde bu iki ülkeye alaka gösteriyor! Nitekim harabeye dönen Beyrut Limanı’na ilk koşan devlet başkanı da Macron olmadı mı? Ve daha da ileri giderek Lübnan’ın içişlerine karışmaları gerektiğini söylemedi mi? Bu küstah yaklaşımını da “Yoksa Türkiye buraları yönetir…” gibi garip bir gerekçeye bağlamadı mı? Bir süredir Kuzey Afrika’da, Doğu Akdeniz’de; Suriye, Libya, Tunus ve Cezayir adreslerinde, Türkiye’ye karşı bir önleme hareketi tertiplemeye çalışan Macron’un telaşlı ve yanlış politikaları duvara çarptıkça, bu hafif sıklet politikacının öfkesi de giderek artıyor ve zaman zaman kontrolünü kaybederek çok sivri laflar ediyor. Önemli değil. Çünkü Macron daha büyük güçlerin koltuğu altında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Suriye’de ABD, Libya’da Rusya gölgesinde ve Doğu Akdeniz’de Avrupa Birliği torpili ile mesafe almaya çalışıyor. Lakin akıntıya kürek çekiyor… “İsrail’in güvenliği” sebebiyle, her zaman Lübnan konusunda alarmda olan ABD, son zamanlarda Çin’in Orta Doğu bölgesinde ağırlık koymaya başlaması (özellikle İran üzerinden dev iş birlikleriyle bunu ilerletmeye çalışması karşısında, her türlü yolu deneyerek Pekin’i durdurmaya çalışıyor… Yaklaşık bir yıl önce, 2019 Eylül’ünde, Çin’in İran’da 400 milyar dolarlık yatırım yapma kararını açığa vurmasından bu yana, İran topraklarında çok garip hadiseler cereyan etmeye başladı! Son haftalarda, Natanz Nükleer Santrali başta olmak üzere, İran’ın çeşitli yerlerinde en az sekiz büyük sabotaj ve patlama meydana geldi. Sadece İsfahan eyaleti Natanz şehrindeki nükleer santrale vaki olan saldırının, İran’ı nükleer programında en az iki yıllık bir gecikmeye maruz bıraktığı belirtiliyor… Aynı şekilde Tahran’da füze üssü olduğu değerlendirilen bir noktaya yapılan saldırının mahiyeti de esrarını koruyor. Anlayacağınız, Amerikan basınının açıkça yazdığı üzere; Washington – Tel Aviv kumpanyası üzerinden yürütülen ‘örtülü operasyonlar’, artık fazlasıyla faş olmuş durumda. General Kasım Süleymani suikastı açık bir cezalandırma değil miydi? İran bu saldırılara karşılık, şimdilik askerî tatbikatlarda uçak gemisi maketlerine(!) hücumlar düzenleyerek tepki vermeye çalışıyor!.. Şimdi başa ve esas soruya dönelim: “Orta Doğu’nun Paris’ini” kim patlattı? Şayet resmî beyanlar doğru ise yani olay gerçekten bir kaza ise, göz göre göre gelen bu kazanın sorumluları, şüphesiz bizzat Lübnan’ın beceriksiz idarecileridir. Bunun hesabı ne derece sorulur, onu zaman gösterecek. Amma şayet olay bir sabotaj ise… Ki, bu konudaki şüpheler fazlasıyla kuvvetli. O vakit, Orta Doğu’daki genel durum içinde, yepyeni büyük proje ve operasyonlar zinciri ile karşı karşıyayız demektir. Şu soru yeterince dikkat çekici değil mi? Tam altı sene boyunca, 2.750 ton patlayıcı maddenin, nicedir kevgire dönmüş Lübnan’ın Beyrut Limanı ambarlarında tutulduğunu, en zayıf istihbarat kuruluşu dahi öğrenemez mi? Netanyahu, geçen sene BM Genel Kurulunda nerenin fotoğraflarını göstermişti? Başka soruya gerek yok!..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.