AK Parti’nin 19. yaşı…

A -
A +
Siyasette derin iz bırakan partilerin doğuş şartları genellikle olağanüstü mahiyettedir… Örneklerine baktığımız zaman, kimi bağımsızlık mücadelesi, kimi ekonomik ve siyasi krizler sonucu sahneye çıkmıştır.
 
Adalet ve Kalkınma Partisinin siyaset sahnesine çıktığı 14 Ağustos 2001 Türkiye’sine baktığımızda; siyasi istikrarsızlık ve ekonomik buhranların bunaltmış olduğu bir ülke görürüz. “Vesayet düzeninin” kaskatı biçimde etki altına aldığı siyasi iktidarların, memleketi yönetmede genel bir acizlik ve başarısızlık içinde çırpındığı son derece barizdir… Hâl böyle olunca da, yarınlara dönük derin güvensizlik ve tedirginliğin hüküm sürdüğü siyasi bir atmosfer kaçınılmaz oluyordu. Ve bu tablonun da tabii sonucu olarak, halk tabanında yeni bir siyasi hareket, yıpranmamış ve güven verecek, iktidarı hakiki manada yüklenebilecek bir güçlü oluşum ihtiyacı bariz şekilde ortaya çıkıyordu. Nitekim o dönemde yapılan anketlerde, yeni bir siyasi partiye ihtiyaç duyulduğu, yüzde yetmiş gibi çok yüksek oranlarda işaret veriyordu… AK Parti işte böyle bir ortamda, kısa zaman sonra (sadece bir yıl) Türk siyasi hayatını kökünden etkileyecek bir güç ve kimlikle sahnede yerini aldı. Dikkat çekici husus şu ki, 3 Kasım 2002 seçimlerinde; 19 partiden yalnızca ikisi (diğeri de bir önceki seçimde baraj altında kalan CHP), yüzde 10 barajını aşarak Meclis’e girebiliyor… Koalisyon ortakları olan DSP, MHP ve ANAP ile birlikte, Meclis’te grubu bulunan DYP ve Fazilet Partisi de (yani o dönemde parlamentoyu teşkil eden bütün siyasi partiler), seçmen tarafından baraj altına itilmiştir. İşte bu tablo, siyasetteki olağanüstü hâli ve değişim talebini net biçimde ortaya koyuyordu…
AK Parti 3 Kasım 2002 seçimlerinde yüzde 34 oyla, 550 kişilik Meclis’te 363 vekillik kazandı. Bu çok büyük avantajdı. Ancak AK Parti bu başarıyla birlikte, birçok ateş topuna dönüşmüş meseleyi de kucağında buldu… En başta derinleşmiş ekonomik kriz. Onun yanında uluslararası düzenin baskıladığı Kıbrıs Meselesi ve Amerika’nın bölgeye dayattığı Irak işgali, dolayısıyla gerilen Türk – ABD ilişkileri… Bunların yanında ve belki de daha sancılı olanı, vesayet sisteminin AK Parti’yi muktedir kılmamak için var gücüyle uyguladığı baskılar, tehditler, engellemeler… Nihayet 2007 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, her taraftan patlak verecek ve rejim krizine dönüşecek gelişmeler. Ancak şunu da belirtelim ki, AK Parti’nin ve lider olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli başarılarından birisi de, krizleri yönetebilme ve fırsata dönüştürme becerisidir. Bu son derece belirleyici olmuştur. 2007 Krizini AK Parti iki bakımdan fırsata dönüştürmüştür. Birincisi erken seçim kararı alarak oylarını yüzde 34’ten yüzde 47’ye yükseltmiştir. Diğer taraftan Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana saray kavlarına sebep olan cumhurbaşkanlığı seçim sistemini köklü çözüme kavuşturmak için, anayasa değişikliğine gitmiş ve referandumda, halk yüzde 69 gibi bir ekseriyetle buna destek vermiştir. Bu arada iki kritik zamanda, MHP’nin parlamentoda AK Parti’ye verdiği siyasi destek tarihîdir ve önemli sonuçlara kapı açmıştır. İlki, 2007’de Anayasa Mahkemesinin kararıyla ortaya çıkan 367 problemini aşma, diğeri de 2017’de, Parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş için anayasa değişikliğini destekleme…
Evet, yeniden AK Parti’nin siyasi serüvenine dönersek, bugüne kadar merkez sağ siyaset yelpazesinde bu kadar ağırlık koyabilmiş bir başka parti yok! 1950’de çok partili siyasi hayata geçişle birlikte merkez sağı en geniş şekilde temsil eden DP’nin yolu askerî darbe ile kesilince, derin zikzaklar hâsıl oldu. DP’nin devamı olan AP’nin de yolu, siyasi bölünme ve iki askerî müdahale ile kesilince, 1983’te ANAP’ın sahne almasına kadar zaaflar yaşandı. 1983 ve 1987 seçimlerinde siyasete çok ciddi ağırlık koyan Merhum Turgut Özal’ın liderliğindeki ANAP, daha sonra güç kaybetti ve Türkiye yeniden istikrarsız bir döneme girdi. 1991’de DYP birinciliği ANAP’tan almasına rağmen, tek başına iktidar olacak güce erişemedi. 1995 ve 1999 seçimleri de keza tek başına iktidar sonucu getirmedi. Velhasıl 3 Kasım 2002’ye kadar istikrarsızlık hüküm sürmeye devam etti. Bu tarihten itibaren AK Parti Türk siyasetine öyle ağırlık koydu ki, yalnızca merkez sağ yelpazede değil, bütünüyle siyasi hayatta “hâkim parti” konumuna yükseldi. “Hâkim parti” konumuna gelebilmek için, art arda en az dört genel seçimi kazanmak gerekir. AK Parti, 2002’den bu yana beş genel, beş yerel seçim, üç referandum ve iki tane de cumhurbaşkanlığı seçimi olmak üzere toplam on beş seçimde hep birinci çıktı. Biri hariç (Haziran 2015 Genel seçimleri), hepsinde de tek başına iktidar oldu.
Dünyada hâkim parti hüviyetiyle çok uzun müddet iktidarda kalan siyasi partiler var. Hindistan’da Kongre Partisi (1947 – 1977), Japonya’da Liberal Parti (1955 – 2009), İtalya’da Hıristiyan Demokrat Parti (1945 – 1982), İsveç’te 1932’den 2000’lere kadar iktidar olan Sosyal Demokrat Parti, Malezya’da 1974’ten günümüze kadar UMNO ve Güney Afrika’da 1994’ten beri Afrika Ulusal Kongresi (ANC)… Bunların hepsinin ayrı bir hikâyesi var. Birinci parti olmakla birlikte, kimisi zamanla iktidar yetkisi alabilmek için başka partilerin desteğine ihtiyaç duymuştur. AK Parti de, hükûmet sistemi değişikliğinden sonra Cumhur İttifakı ile böyle bir güç birliğine gitme ihtiyacı doğdu. Bu aynı zamanda muhalefet cephesi için de bir mecburiyet oldu (Millet İttifakı). Dolayısıyla AK Parti, 19 sene içinde bütünüyle Türkiye’nin siyaset yapısını ve pratiğini de kökünden değiştirdi…
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.