12 Eylül… 40 yıldır sade suya tirit!..

A -
A +
12 Eylül askerî darbesinin üzerinden tam kırk yıl geçti. Ancak bunca zaman zarfında, darbenin asıl sebebi ve hedefi/hedefleri üzerinde yeterince durulmadı. Öyle ya “Bizim çocuklar başardı” da, neyi niçin başardı?  
  Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, birer kırılma noktası olan askerî darbe ve muhtıralar, nedense hep yüzeysel biçimde ve klişe ifadelerden ileriye gidemeyen, çoğu kere tek taraflı ve subjektif değerlendirmelerle ele alınır.  Bu sene de aynı şey oldu… 12 Eylül’e dair beyanlar, hep malum klişe laflar ve bilinen istatistiklere işaretle sınırlı kaldı. İşte 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 170 küsur kişi işkencelerden dolayı hayatını kaybetti. (Bir sağdan bir soldan) diyerek 49 kişi idam edildi. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı vs. vs... Bunlar darbenin sonuçlarından sadece bazı satır başları. Hâlbuki, 27 Mayıs 1960’tan başlayarak, her on yılda bir ülkenin düzenini altüst eden askerî darbe ve müdahalelerin temel sebepleri ile arkasındaki muharrik gücün/güçlerin; maksat ve hedefleri yeteri kadar irdelenmedikçe, havanda su dövmekten başka bir şey yapılamaz. Dolayısıyla, sade suya tirit mahiyetindeki mükerrer sloganlarla bir yere varılamaz ve Türkiye’nin sırtına bunca siyasi ve ekonomik faturayı yükleyen, asli faillerin tespiti ve zamanı geldiğinde bunun hesabının gerektiği şekilde sorulması mümkün olamaz! Sınırlı sayıdaki akademik çalışma ve birkaç dişe dokunur araştırma dışında, bu sahada yapılması elzem olan siyasi ve entelektüel inceleme maalesef çok çok eksik… Söz gelişi, Sovyetler Birliği ile iktisadi münasebetleri güçlendirmenin yollarını arayan ve bu istikamette yeni adımlar atmaya hazırlanan; Merhum Adnan Menderes’i ve iki bakanını ipe götüren, 27 Mayıs Darbesinin temelinde hangi sebepler yatıyordu? Bu mesele nedense hep es geçilir… Mesela; 12 Mart 1971 Muhtırası öncesinde, Türkiye’nin haşhaş ekimini yasaklaması için siyasi ve ekonomik baskıların ötesinde, Sultanahmet Camii'ni bombalamakla tehdit edecek kadar ileriye giden; ABD Başkanı Richard Nixon’ın karşısında direnç gösteren, devrin Başbakanı Süleyman Demirel’e; kimileri “Morrison Süleyman” diyerek, güya onun Amerikancılığını işliyordu… Lakin beri tarafta, “Kemalist devrimlerden uzaklaşılıyor, devrimleri yerleştirmek için gerekli reformlar yapılmıyor…” diyerek, hükûmeti alaşağı eden “Devrimci ve Kemalist Cunta”, ömrünü CHP saflarında geçirmiş Nihat Erim’in; üyelik kaydını değişmez partisinden sildirerek, bir günde ‘bağımsız başbakan’ hâline getirdi. Ve bu bağımsız(!) başbakanın kurduğu hükûmetin yaptığı ilk icraat da “Türk çiftçisinin geçim kaynağı olan” haşhaş ekimini yasaklamak oldu!.. Evet, devrimci, solcu, Kemalist ve daha bilmem hangi sıfatlarla anılan tipler, kimlere hizmet ettiğinin herhâlde farkındaydı değil mi? Türkiye, Kıbrıs’taki soydaşlarımızın can ve mal güvenliğini sağlamak için, garantör devlet olarak; 1974 yılında, Enosis planına karşı Barış Harekâtını gerçekleştirdi. Yunanistan o zaman, “Beni koruyamayan NATO’da kalmanın anlamı yok…” diyerek askerî kanattan çekildi. Ancak daha sonra tekrar dönmek istediğinde, sivil hükûmetlerle yönetilen Türkiye, bunu kabul etmedi. Diğer taraftan Kıbrıs Barış Harekâtından dolayı, ABD’nin silah ambargosu uygulaması dolayısıyla, Türkiye yine Süleyman Demirel’in başbakanlığı zamanında, ülkemizdeki 21 tane Amerikan üssünü kapattı… Bu üsler o zaman Sovyetler Birliğine karşı, NATO ülkeleri için çok önemli fonksiyon ifa ediyordu… Ve ABD, kapatılan üslerin açılması için baskı üstüne baskı yapıyordu. Şu garip tecelliye bakınız ki, bu baskılara karşı direnen siyasi lider yine “Morrison” diye aşağıladıkları Süleyman Demirel idi!.. Netice’de 12 Eylül Darbesi oldu. Yıllarca, “11 Eylül günü durdurulamayan kan 12 Eylül günü nasıl durduruldu?” sorusunun cevabını arayan ama bulamayan Demirel, bir kere daha iktidardan indirildi… O saatte tiyatro izleyen ABD Başkanı Carter’a “Bizim çocuklar işi başardı…” diye haber verildi. Darbe Yönetimi de, bir ay içinde kapatılmış olan ABD üslerini açıverdi!.. İş bununla da kalmadı tabii. Kenan Evren ve ekibi, Yunanistan’ın tekrar NATO’nun askerî kanadına dönmesini de, kayıtsız şartsız kabul etti!.. Ve o Yunanistan, 1983’ten beri Türkiye’nin Avrupa Birliğine üye olmasına mâni olabilmek için her yola başvuruyor… Evet, “Devlet Başkanı, Millî Güvenlik Konseyi Başkanı ve Genelkurmay Başkanı” sıfatlarıyla her sözü kanun, dediği dedik, astığı astık olan Kenan Evren, otuz küsur yıl sonra darbe yapma suçundan yargılanırken, esas bu meselede hesap vermesi gerekiyordu. Fakat heyhat!.. Darbe sonrasında, “Heykeli olmayan vilayet kalmasın” diyerek her şehre gidip heykel açılışı yapan Kenan Evren ve arkadaşları, birileri tarafından “BİZİM ÇOCUKLAR” diye taltif görüyordu. Bu taltiflerin hangi hizmetlere karşı yapıldığını tam olarak öğrendiğimiz gün, artık askerî darbeleri konuşmaya-tartışmaya ihtiyacımız kalmaz!..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.