Kadına yönelik şiddetle mücadele günü

A -
A +
 
Hayatın 365 gün durmaksızın bütün çalkantılarıyla devam ettiği bir ortamda, yalnızca bir günlük özel ihtimam, dikkat ve farkındalığın, kronikleşmiş meselelerin çözümünde tesir gücü bellidir... Ama yine de olsun!..
 
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1999 yılında, 25 Kasım gününü, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak belirledi. 21 yıl boyunca, 25 Kasım günü bu manada icra edilen faaliyetler, acaba ne kadar maksada matuf başarı gösterdi ve bu konuda uyandırılmak istenen farkındalık ne derece gerçekleştirilebildi? Bu hususta beynelmilel ölçekte dört başı mamur, güvenilir bir verinin toplanması çok zor!.. Zaten mesele sadece bir günün muhasebesiyle değerlendirilecek bir konu olmadığı için bu türden özel bir tespit de aranmaz. Senenin belli günleri, beşeri hayatın acı – tatlı yönlerini kucaklayan; kimi zaman üzüntüleri azaltmaya kimi zaman da mutlulukları arttırmaya dönük faaliyetler için özel anlamlarla yüklenmiş… Hayatın 365 gün boyunca bütün çalkantılarıyla devam ettiği bir nizamda, yalnızca bir günlük ekstra dikkat veya farkındalık veya hassasiyet; ne derseniz deyin, genel gidişatı hangi ölçüde değiştirebilir? Ama olsun, bir gün bir gündür. Mesela huzurevine bırakılan ebeveynler, çocuklarının analar veya babalar gününde, kendilerini ziyarete gelmesini dahi bir mutluluk olarak yaşarlar değil mi? İnsanoğluna gerçekten iyilik olarak yansıyacak her faaliyetin değerli ve gerekli olduğunu unutmamak lazım. Bu manada, kadına yönelik şiddete karşı uluslararası çapta etkili ve gerçekçi bir ortak tavrın, faaliyetler zincirinin hayata geçirilmesi elbette herkesçe temenni edilir.
Sadece kadına karşı değil, insanlara karşı yani erkeklere; çocuklara, yaşlılara, herkese ama herkese karşı şiddetin önlenmesi esastır… Bunu söylerken kadına karşı şiddetle mücadele fikrini sulandırma niyetimiz yok. Kadın ve erkek sosyal hayatı tamamlayan ve beşeriyetin devamını sağlayan ikilidir. Cinsiyet ayırımına girmeden, insan olarak her ikisinin de kıymetini bilmek lazım. Temelde gerekli bu adil yaklaşım atlandığında başka problemler de ortaya çıkıyor… Şiddete maruz kalanların daha çok kadınlar olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Kadınların şiddete uğraması medya organlarında çok daha farklı işleniyor. Yapılan haber ve yorumlar bazen insanı gerçekten tereddüde ve dehşete düşürüyor. Çünkü bir facianın haberi verilirken, âdeta bir magazin konusu işlenircesine sunum yapılıyor!.. Kadına karşı şiddetin sosyal, psikolojik, ekonomik ve diğer sebepleri genellikle ikinci planda kalıyor. Yani yaşanan trajedi ve faciaların gerçek sebebi hemen hiç irdelenemiyor. Kadına şiddet uygulayan, onun hayatını söndüren erkeklerin hayat hikâyesi çoğu zaman yeterince yansıtılmıyor. Bazı kadın cinayetleri, nedense abartılı şekilde gündemde tutuluyor ve ilgili haberler özellikle köpürtülüyor. Bu gibi olayların temelinde bambaşka sebep ve saikler yatıyor maalesef…
Toplumda hayat tarzının radikal biçimde değişmesi, sosyal medyanın insanları birey veya grup olarak bombardımana tutması, her şeyi altüst ediyor. Bir taraftan kadim kültürden gelen örf- âdet, gelenek ve göreneklerin hızla unutulması ve terk edilmesi, diğer taraftan yeni ve yabancı kültürlerin hiçbir seleksiyona tabi tutulmadan, moda veya başka sebeplerle kolayca benimsenmesi ve yaşantıya geçirilmesi, insanları dalgalı denizde pusulasız yol almaya çalışan gemiye döndürüyor!.. Aile içindeki hiyerarşi, ana ve babanın yuvayı koruma rolü, çocukların ve gençlerin değerleri öğrenip yaşaması vs. feci hâlde dumura uğruyor. Bu noktada televizyon dizileri atom bombasından daha büyük yıkım yapıyor. Bu hengâmede evlilik dışı ilişkilerin, kültürümüzde zina ve ahlaksızlık olarak kabul edilen hayat tarzlarının ısrarla aşk veya birliktelik diye sunulması ve bunun normal bir davranış gibi kabul ettirilmeye çalışılması, beraberinde işte bu faciaları getiriyor.
Kadınlara karşı şiddet çok yönlü ve derin bir mesele. Çoğu zaman da olayların teşhisi tam ve doğru olarak yapılmıyor. Burada başta medya olmak üzere toplumsal tavrın etkileri çok fazla. Olayların büyük ekseriyetinde bölünmüş, parçalanmış, savrulmuş aileler ve artık bütün değerlerden soyutlanmış hayat hikâyeleri görürsünüz. Suç makinesine dönüşmüş erkekler, yoz hayat yaşamaktan kaçınmayan kadınlar ve sonrasında gelen felaketler… Ancak meselenin bu tarafları genellikle hep arka planda kalıyor. Daha çok kadına karşı şiddet sloganı etrafında dolaşılıyor ve bu sebeple hadisenin temeline inilemiyor. Bu arada kadına karşı şiddeti önleme programlarının bir kısmında, bambaşka ve tehlikeli yaklaşımlar da söz konusu oluyor. Bunun en önemli örneklerinden biri de İstanbul Sözleşmesi’dir. Kimilerinin bir tabu gibi söz söyletmek istemediği bu sözleşmenin, Türk aile yapısına ne gibi tuzaklar hazırladığını daha fazla gecikmeden tespit edip, ilerde kaçınılmaz olacak felaketlere de şimdiden set çekmeye çalışmak gerekiyor…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.