İstanbul Sözleşmesi, zararın neresinden dönülürse…

A -
A +
Tam adıyla, “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” yaklaşık on yıldır yürürlükte idi. Türkiye bu sözleşmeden çekilmekle doğru olanı yaptı…
 
 
İstanbul Sözleşmesi en başında imzalanmaması gereken bir metindi… Ama imzalandı. Bu anlaşmadan çekilme de, verilecek en doğru karardı. Şimdi bu çekilme kararı etrafında gürültü koparan kesimlerin tam olarak neyin peşinde olduğuna dikkat etmek gerekiyor!.. Yani sadece kadınlara, çocuklara değil, bütün insanlara karşı şiddet ve psikolojik baskıya mâni olma noktasında, ne derece objektif ve hakkaniyetli olduklarına bilhassa bakmak gerekiyor! Gerçekten kadın, çocuk ve topyekûn ailenin korunması konusunda, samimi bir gayret mi söz konusu? Yoksa bu hayati meselenin çözümünden ziyade, daha beter hâle gelmesine yol açacak başka birtakım sinsi yaklaşımlara, bilerek veya bilmeyerek alet mi oluyorlar? İstanbul Sözleşmesi’nden çekildik diye, kadına karşı şiddetle mücadele akamete mi uğrayacak? Daha temel bir soru da şudur: Toplumu herhangi bir şekilde yakından ilgilendiren meseleler, yalnızca kanunla veya uluslararası anlaşmalarla mı halledilir? Ağustos 2014’ten beri yürürlükte olan mahut sözleşme, kadın cinayetlerini hangi ölçüde engelledi?.. Evet, bu sözleşme imzalandı diye kadın cinayetleri azalmadı! Hatta şunu da belirtelim, bu anlaşmayı en önce imzalayan Finlandiya, hâlen Avrupa’da en çok kadın cinayeti işlenen ülkelerin başında geliyor… Şu gerçeği unutmayalım; Sosyal problemler, yalnızca sözleşmeler imzalamakla veya kanun çıkarmakla hâl yoluna sokulamaz. Türkiye Haziran 2011’de bu sözleşmeye imza attıktan sonra, aynı konuda Mart 2012’de de 6284 Sayılı kanunu çıkardı… Ki, bu kanunun muhtevasında, birçok bakımdan İstanbul Sözleşmesi'nin getirdiği problemlere benzer sıkıntılar var. Açıkçası bu kanunun da gecikmeden tadilata ihtiyacı var!
Lafı dolaştırmadan söyleyelim; İstanbul Sözleşmesi, kadınlara karşı şiddeti önleme ve bununla mücadele kılıfı içinde; inanç esaslarımıza, örf ve âdetlerimize, aile yapımıza ve ahlak anlayışımıza taban tabana zıt hükümler getiriyordu. Bütün semavi dinlerin yasakladığı, günah saydığı, cezalandırdığı gayrimeşru ilişkileri, cinsî sapıklıkları ve buralara sürükleyecek yolları normal bir şeymiş gibi gösteren baştan aşağı tuzaklarla dolu bir metin idi. Mesela rüşt yaşını doldurmamış küçüklerin evlenmesine karşı gösterdiği titizliği, aynı ve daha da küçük yaştaki çocukların “birliktelik yaşamasına” karşı göstermiyordu… Anlayacağınız ana-babanın rızası altında gerçekleşen küçük yaştaki evlilikler cezalandırılırken, aynı yaştakilerin gayrı ahlaki ilişkilerine tolerans gösteriyordu. Daha beter olanı, “Toplumsal cinsiyet eşitliği” ve cinsiyet yönelimi gibi kavramlarla, LGBT diye tanımlanan azınlıktaki sapkın grupları himaye ederek, hâlihazırda dünyanın bazı ülkelerinde sözüm ona resmî hâle getirilmiş olan eş cinsel evliliklere zemin hazırlıyordu!.. Kısacası her türlü sapkınlıkları normal bir tercihmiş gibi sunuyordu... Türkiye İstanbul Sözleşmesi'nden çekildi diye, kadın haklarının korunmasına sırtını dönüyor anlamını çıkaranlar, şayet bilerek bunu söylüyorsa iyi niyetli değiller. Hele Rıza Türmen gibi, geçmişte AİHM’de hâkimlik görevi yapmış olan bir diplomatın bu minvalde konuşması çok şaşırtıcıdır.
Rıza Türmen o zaman şu soruya da cevap versin: ABD, Kanada ve İngiltere bu anlaşmayı hiç imzalamadı. Şimdi bu ülkeler insan haklarından vazgeçmiş mi oluyor yani?! Almanya ve Fransa da bize göre daha temkinli davranıp bazı ihtirazî kayıtlarla (çekince) bahse konu anlaşmayı imzalamıştı. Demek ki İstanbul Sözleşmesi öyle hemen üzerine atlanacak, her problemin reçetesi gibi bir şey değil.
Memleketimizde son senelerde artış gösteren kadın cinayetlerinin temelinde yatan sebepleri, bilim insanlarının çok yönlü ve derin şekilde incelemesi gerekir. Bu konuda sahada yapılacak esaslı araştırmalar, gerçekleri tam olarak yansıtan istatistikler, problemin çözümünde hakikaten yardımcı olabilir. Türk toplumunun hayat tarzı, aile yapısı, ahlak anlayışı nevi şahsına münhasır bir konudur. Bu alanda ucuz genellemelerle, başka memleketlerle yapılan yanlış kıyaslamalarla, millî ve manevi değerlere aykırı yaklaşımlarla asla bu hayati problemi çözüme kavuşturamayız. Bu birinci husus. İkincisi de, daha düne kadar bütün dünyada resmen bir hastalık olarak kabul edilen cinsî sapıklığı normal bir davranış biçimi imiş gibi dayatmaya çalışanlara karşı zinhar taviz verilmemeli. Şimdi bu tipler ve onları himaye eden çevreler, gürültü koparıyor diye yeni yanlışlara asla meydan verilmemeli. Türk Milletinin değerlerinin aşındırılmasına kesinlikle izin verilmemeli. İstanbul Sözleşmesi, talihsiz bir parantez olarak, tarihin tozlu raflarına havale edilmeli. Nokta!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.