Türkiye’nin kırmızı çizgileri…

A -
A +
NATO zirvesinde yaşanan gelişmeler konusunda, muhalefet cenahı her zamanki gibi pür olumsuzluk pompaladı… Objektiflik adına, en azından kısmi bir başarıdan bahsedebilirlerdi. Ama o kadarını dahi yapamadılar!
 
 
Madrid Zirvesi birçok bakımdan dönüm noktası mahiyetinde… 1991’de Sovyetler Birliği dağıldığında, “Kızılordu” kavramından mülhem olarak, (Bundan böyle NATO’nun düşman renginin kırmızı olmayacağı) ifade edilmişti. Bir taraftan NATO’nun misyonsuz kalmaması için yeni düşman aranırken, diğer taraftan da, Rusya’yla barış köprüleri kurmak için formül aranıyordu. “Barış İçin Ortaklık” açılımıyla bu sağlanmaya çalışılmıştı ve daha on sene öncesine kadar, Rusya NATO nazarında “ORTAK” olarak değerlendiriliyordu. Ama artık tam tersi bir durum söz konusu. NATO’nun 2030 stratejik konseptinde, Rusya “en önemli tehdit unsuru” tanımıyla HASIM konumunda. Böylece alttan alta devam eden rekabetle, zaten gerçekte ortaklığın hiç işlemediği bir süreç, böylece kâğıt üstünde de bitmiş oluyor… Bu yeni konseptte Çin de “güvenliğe meydan okuyucu” olarak, aslında orta ve uzun vadede temel rakip ve devamında Rusya gibi hasım konumuna oturtuluyor. Basit bir ifadeyle, önce Rusya’yı etkisiz hâle getirerek esas büyük güç olan Çin’le daha kolay mücadele etme stratejisi… Çin’in kararlı ve hızlı yükselişi karşısında pek fazla bir şey yapamayan ABD, bir de Trump döneminde, Avrupa Birliği başta olmak üzere kimi müttefiklerini küstürmekle, iyice güven kaybına düşmüştü.
 
Biden’ın Beyaz Saray’a gelmesiyle, “Amerika geri döndü…” klişesi ortaya atıldı. Bu geri dönüşün, (kırgınlıkları tamir ederek eskisi gibi dayanışmayı sağlamaya) yönelik politikalar olduğu gösterilmeye çalışıldı. Ama yakın geçmişteki savrulmalar sebebiyle, ABD’nin güvenilirliği konusundaki ciddi tereddütler sona erdirilemedi. AB ve NATO zemininde, Washington’a karşı soru işaretleri devam etti. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal harekâtı, bu fiilî durumu hızla bir başka mecraya soktu. Özellikle NATO çerçevesinde, Rusya’nın tehditleri sebebiyle, ABD’nin etrafında yeniden kenetlenmek gibi mecburi yönelişler, Anglo-Amerikan ekseninde büyük memnuniyet uyandırdı. Biden’ın, Boris Johnson’un ve diğer bazı AB ülkesi liderlerinin salt bu dayanışmayı dahi heyecanla karşılaması, sürekli işlemesi yeteri kadar dikkat çekici idi. Madrid’deki NATO Zirvesi bunun perçinlenmesi için bir fırsat olarak değerlendiriliyordu. Burada Rusya’ya karşı sahneye konulacak sıkı dayanışma ve kararlılıkla, ittifak sınırlarının daha da genişletilmesi ve güçlendirilmesi çok önemliydi. Bu sebeple İsveç ve Finlandiya’nın üyelik sürecinin fiilen başlatılması da sembolik anlam ifade ediyordu. Şayet Türkiye bu yolu açmasaydı, NATO Rusya karşısında göstermek istediği birlik-bütünlük ve kararlılığı ortaya koyamayacaktı…
Ancak Türkiye, en başından beri deklare ettiği kırmızı çizgilerini, İsveç ve Finlandiya ile birlikte, NATO’ya da kabul ettirdikten sonra, üyelik sürecinin önünü açmış bulunmakta. Dikkat edilirse bitmiş değil, henüz başlangıç safhasında olan bir süreçten bahsediyoruz. Yani üyelik daveti için onay vermiş olmakla bu iş bitmiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle, “Orta yerde kapı gibi belge var…” İsveç ve Finlandiya sözünde durmadığı takdirde, Türkiye gereğini yapacaktır. İki ülkenin üyeliğinin kesinlik kazanması için otuz ülkenin parlamentosundan onay alınması lazım. TBMM bu otuz parlamentodan biridir. Gerekli onayı vermediği takdirde üyelik hak getire! Muhalefet kanadının Madrid Zirvesine dair yönelttiği eleştirilerin ayağı yere basmıyor. 10 maddelik çok önemli üçlü mutabakatın özellikle 4. ve 5. Maddeleri kritik hükümler ihtiva ediyor. İsveç ve Finlandiya’nın “Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden örgütlere destek vermeyeceğini” ilan etmeleri önemli bir taahhüttür. Bu arada 5. Maddede yer alan “PKK ve diğer bütün terörist örgütlerin, bunların uzantılarının faaliyetleri ile iltisaklı kuruluşlar ve paravan örgütler” şeklinde özetlenen hüküm, ilk defa NATO belgelerinde yer alıyor. Bütün bunlar önemli ilerlemeler.
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da dikkat çektiği üzere, bu noktaya kolay gelinmedi. Hepsi için ayrı ayrı ve uzun diplomatik müzakereler yürütüldü. Elbette bu mutabakatla birlikte, her şey olmuş bitmiş değil. Uygulamayı da Türkiye yakından takip edecek ve gerektiği yerde müdahale edecek, icap ederse elindeki veto yetkisini devreye sokacaktır...
 
Özetleyecek olursak, Türkiye ulusal güvenliğini tehdit eden terör örgütlerine verilen desteğin kesilmesi için, önemli kazanımlar elde etmiştir. Bunda hiç tereddüt yok… Bundan sonraki mücadele safhasında, bu kazanımların önemli etkilerini göreceğiz. Dış politikada, her zaman her istediğinizi almak gibi bir olay yoktur. Kazanmak da kaybetmek de izafidir. Önemli olan millî menfaatleri doğru çizgide savunmak ve karşı tarafa tezlerinizi kabul ettirmektir. NATO zirvesinde de bu net olarak sağlanmıştır...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.