Sen ne biçim kulüp televizyonusun?

A -
A +

Söz konusu Fenerbahçe TV’dir. Geçtiğimiz çarşamba (12 Şubat) akşamı ekrana bakıyorum... Alt yazıda hemen izleyeceğimiz yayının Vakıfbank-Fenerbahçe kadın voleybol maçı olduğunu görüyorum. Okulda bir eski voleybolcu olduğum için bu spora hastayımdır. Neyse... Canlı olarak izleyemedim bu maçı... Çok yakınım ameliyat olmuştu, onun yanındaydım... Hah dedim, işte maç... Aaa o da ne? Ne maç var, ne de sonucu... Hemen anladım. Fenerbahçe maçı kaybetmişti mutlaka... Sabah da gazetede okudum yenildiğini... Beyler; bu ülkede 25 milyon Fenerbahçeli olduğu söylenir, yazılır. Bunların çoğunluğu sizin kafanızdaki amigo değillerdir... Nitekim ertesi gün bayağı telefon aldım. Gerçek taraftar, takımı maçını kazanır veya kaybeder ama onlar izlemek isterler...

Nasıl bir hafta be!
Yarın Sivasspor-Alanyaspor... Cumartesi. Beşiktaş-Trabzonspor... Pazar, Fenerbahçe- Galatasaray... Türkiye ligi başladığından bu yana, yani 1959-60’tan beri ne böyle bir şampiyonluk yarışı yaşandı, dolayısıyla ne de bir hafta içine böyle maç trafiği sıkıştı.

G.Saray’ı ne yakacak?
Hemen vurgulayayım; önce Onyekuru... Pas trafiğine limon sıkar... Linnes’in yedek kulübesinde kalışı... Yani savunma garantisi eksik kalır... Falcao oynarsa rakip savunma yerleşimi bozulmaz, rahat rahat yer tutar... Lemina’nın yerini alacak oyuncu... Doğrusu kim mi olur? Hafta içi idmanı tüyo verir... Ömer mi? Sol ön... Orası rakibe zarar verir...

Vay Sergen; ne hoca imişsin sen!
Başakşehir-Beşiktaş maçı kadroları geldiğinde aklım karıştı. Beşiktaş takımını sahaya yerleştireyim dedim olmadı.  Neyse... Maç başladı ve de baktım ki, Lens sağ arkada... Yani eski deyimle sağ bek! Yahu Sergen Kardeş; Beşiktaş takımında sen bile bu halinle sağ bek oynarsın ama Lens asla... Bu Lens daha asıl yeri olan sağ önde oynayamıyor, orada nasıl oynasın? Burak meselesi mi? Maçın toplamına baktığımda Burak üç harika asist yapıyor, bir de Mert’in kurtardığı müthiş şut... Neden çıkıyor ki? Emekli Boateng dururken mesela... Eh, “Ahmet Dursun, Seba gitsin” diye feryat edenlerin hocası da bu kadar olur işte...

Nurlar içinde yat Hilmi Hoca’m!
Geçtiğimiz pazar günü yine acı bir haber aldım. MHK eski başkanlarından, FIFA kokartlı hakemimiz Hilmi Ok vefat etmişti. Ok Hoca’m Galatasaray’ın da eski sağ açıklarındandı. Tophane taraflarındaki yazıhanesinde sık sık sohbet ederdik. Erman Toroğlu ile ilgili çok önemli bir anımız vardı. İtalya’daki bir millî maçta yardımcı hakemimiz az kalsın onu yakıyordu. Daha ne anılar ne anılar! Ah Hoca’m ah! Şimdilerde ne hakemlere, ne MHK’lara kaldık! Nurlar içinde yat!

Voleybolda şu servis işini hallediniz!
Eskiden hatalı serviste sayı olmaz, servis karşı tarafa geçerdi. Yani servis kaçırmak can yakmazdı. Ya şimdi? Açık ve net olarak karşı tarafa sayı kaptırıyorsun. Peki, bu arada kenardaki hocalar ne iş yapar? Uyarsanıza oyuncunuzu. Kim bilir, karşı sahaya geçmiş bir servis belki de iyi karşılanamayacak veya rakipçe kullanılan bir atak önlenip sayı kazanılacak...

Ersun Yanal’ın çorbası!
Fenerbahçe’nin yedek kulübesine baktım önce... Harun, Falette, Hasan Ali, Adil Rami, Tolgay, Mehmet Ekici ve Zajc... Oyuna girenler de vardı; Emre, Ferdi, Mevlût... Tamamı millî ve Avrupa sahalarında top koşturmuşlar... Sahadakiler mi? Brezilyalılar ve diğerlerinin tamamı... Ama kenardaki teknik adam öyle değişiklikler yapıyor, öyle görevlere sürüyor ki, oradan oraya, bu millîler, “Bugün ne oynadınız” diye sorsanız, cevap vermekte güçlük çekerlerdi.  Eh, tribünlerin hocası da ancak bu kadar olurdu. Yönetim mi? Futbol topuna değmiş var mı içlerinde?

Ağzına sağlık Tayyip Kardeş!
Sevgili Başkan’ımıza Tayyip Kardeş derim. Çünkü İETT’deki parlak futbol hayatında dostluğumuz vardı. Hatta tuttuğu takıma transferi için hayli çaba harcamıştım ama merhum babası izin vermemişti, öğrenimi aksatır diye... Neyse... Geçtiğimiz hafta sonu sevgili Başkan’ımız kulüplerin ağzı kalabalık ama boş laf edenlerine şöyle seslendi: “Siyaseti futbola karıştırmayın...” Bu sözler hem kulüpçülere hem de bazen bunu yapan arkadaşlarına idi... Yani dümdüz, ortadan, her zaman olduğu gibi... Bakınız beyler; bazı kulüplerin devlete sırtını dayadığını iddia ederseniz, öyle şeyler yazarım ki değil sokağa çıkmak pencereden bakamazsınız. Çünkü ben sırtlar bilirim devlet sayesinde altlarında sandalye bulunan...

Adalet için ne demiştim!
Ne yazmıştım daha iki hafta önce...Demiştim ki, Yassıada duruşmaları sırasında mahkeme başkanı Salim Başol, rahmetli Menderes’in itirazı üzerine “Yapacak bir şey. Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor...” Şimdi mi? Gezi olaylarından içeri alınanlar beraat ettirilmiş. Bizim Kalamış’ın villalar, bol para sahibi bile... Oldu mu? Hayır! Bence Taksim’deki anıtın yanına bunların da anıtı dikilmelidir. Hatta belki de o anıt kaldırılıp yerine dikilmelidir bunlarınki... Yaşasın adalet! Şimdi daha iyi anladınız mı değerli okurlar, benim adalete neden hiç inancım olmadığını... Yakılan devlet malları, esnafın yakılan, yıkılan ekmek parası mekânlarının tazminatını kimden alacağız? O trilyoner Kalamışlı ödeyiversin be!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.