Millî takım böyle gençleşmez!

A -
A +

Macaristan yenilgisinden sonraki yazımda bizim takımın birbirinin ismini bile yeni ezberlemiş oyunculardan kurulu olması nedeniyle futbol dışı kaldığına değinmiş idim. Şimdi esasa gelelim. Hiçbir futbol takımı, gerek millî, gerekse de kulüp takımı olsun en fazla yüzde 35 oranında her türlü değişime uğrayabilir. Fazlası kaos oluşturur. Tabii ki sakatlıklar, cezalar hariç...  Şenol Hoca dolmuşa binmeyi sevmez ama buna nasıl akıl yordu şaşırdım. Hele hele iki ön ve arka kanatlar birbirine Fransız ise sizi futbol sahasının ortasına sıkıştırırlar ve boğarlar... Sırbistan maçına gelince... Hayretler içinde kaldım. Çağlar hariç sahaya çıkan 10 kişi de bir önceki maçın on birinde yoktular. Sonradan girenleri dikkat almam... Şimdi beklentim odur ki, ilk maçta ve sonrasında bir 14-15 kişilik statik kadro... Tabii ki sakatlıklar ve cezalar hariç...

Biraz dikkat be TFF!
Türkiye Futbol Federasyonunun bir kararı daha çöpe gitti. Bilim Kurulunun uyarısı veya tavsiyesi ile ligin ilk yarısı seyircisiz oynanacak. Oysa Nihat Başkan'ın ekibi sadece üç maç demişti ya... Ey TFF, ne olur bazı hassas konularda karar almaya geçtiysen biraz sağa sola kulak ver, oraya buraya da danış. Yoksa 1992'de 3.813 sayılı Kanun’la özerk konuma geçen yapıyı çok yıpratıyorsunuz. Büyük Başkan Şenes Erzik dostumu da aranıza alıp değerlendirme yapmanızı tavsiye ederim beyler!

F.Bahçe-Gençlerbirliği maçı...
Geçen hafta, başlıktaki 1961 yılı maçını hatırlatacağımı söylemiştim. Nedeni de, günümüz kadro şişkinlikleri ile bağlantılı idi. O olaylı maç sonrası Fenerbahçe'nin 6 as yıldızı aylar sürecek cezalar almışlardı. Naci 3 ay, Yüksel, Kadri ikişer ay, Lefter, Şeref, Hilmi birer ay...  Takım, bir sonraki hafta İstanbulspor'a karşı sahaya sürecek yeterli sayıda elemana sahip değil idi. Genç takımdan Necati, Oktay, Engin, Necmi, Güven'i ilk on bire sürmüştü. Ve bu gençlerden çoğu cezalar bitene kadar da takımda kaldılar. Sezon sonu mu? Onu da siz bulun "Transfer şampiyonları..." Pardon; hovardaları...   

Kendinize gelin beyler!
Pazartesi akşamüstü bizim Berber Murat'a uğradım. Onlar Hürriyet alırlar. Şöyle bir göz atayım dedim. Bir de ne göreyim... Fenerbahçe'nin ne kadar futbol takımı görevlisi varsa malum kupa ile poz vermişler. Sanki UEFA Kupası kazanılmış gibi… Ya da Şampiyonlar Ligi, hatta hatta bizim resmî kupalardan biri... Sonra Murat devreye girdi ve "sen asıl kupayı kimden aldılar biliyor musun? Şeytandan şeytandan..." diye isyan etmez mi?

Selçuk; imdat!
Galatasaray'ın kaptanı Selçuk geçen ay futbolu bıraktığını açıklamıştı. Şimdi de teknik ekibin içinde... Bence acele edildi. Onca kiralık ve problemli orta alan oyuncusu varken Selçuk'a, "Acele etme kaptan. Hele önümüzü bir görelim" denseydi. Ya da Selçuk, "Hele biraz daha durayım. " diyebilirdi. Ama teknik heyetin kafasında bir Selçuk imdat simidi yoktu ki... İşte öyle bir problem bu...

Bu problemi çözecek delikanlı var mı?
Hani şu TFF'nin açıkladığı limitler var ya... Hah işte oradan kaynaklanıyor benim çözemediğim problem... Efendim; Beşiktaş'ın limiti Fenerbahçe'nin iki buçuk katı idi yanlış hatırlamıyorsam... Tamam da, Beşiktaş, başka adam alamam, limite takılıyorum diyerek ağlarken, Fenerbahçe âdeta yeniden bir on bir kuruyor. Ve de daha bitmedi de diyor... Yoksa Beşiktaş'ın limiti bizim paradan da, Fenerbahçe'nin limiti avro mudur? Hani sekiz buçuk ile çarpılır ya...

Tramvaydaki şaşkın muhalifler!
Geçtiğimiz günlerde bizim Kadıköy-Moda hattındaki nostaljik tramvayda yaşadıklarımı kısaca anlatmayı bir görev bildim. Efendim; yaşı görüntü olarak 80'e yakın bir vatandaş karşısına 55-60 yaşlarındaki bir bayanı almış, ona şeffaf bir zarf içindeki gazete kupürlerini gösterip "Bu Tayyip her gün camilerle mesai veriyor. Hayret ki hayret! Adam hiç üşenmemiş gazetelerde camilerle ilgili çıkan bütün fotoğraflı haberleri kesip saklamış. Ben durur muyum? "Efendi, keşke bir zarf da köprüler, hastaneler, alt-üst geçitler, otoyollar, metrobüsler, Marmararay, metrolar, barajlar, uçaklar, silahlar için de hazırlasaydınız..." Cevap mı? Tıs!

Profesörün silahları ve adalet!
Geçtiğimiz hafta sonuna doğru bir haber yer aldı ana bültenlerde. Başkent Ankara'da bir profesör, elindeki pompalı tüfek ve tabanca ile ortalığı mermi cehennemine çevirmiş. Arabalar delik deşik... İnsanlar nasıl korunacaklarını şaşırmışlar. Neyse... Polisler saatler süren ikna mesaisinden sonra eve girmişler, amcayı almışlar. Tamam da, ev bir silah deposu imiş... Sonra mı? Karakol ve adalet karşısı... Daha sonra mı? Prof. amcam adli takip midir nedir, o kararla serbest... Eeee, bendeniz ne yazmıştım... Yassıada'da Mahkeme Başkanı Salim Başol, rahmetli Menderes'e, " Ne yapalım sizi buraya tıkan güç böyle istiyor" dememiş miydi? İşte o andan itibaren bendeniz bizdeki adalete pek inanmam... Hele hele şu CMUK çıktıktan sonra... Bununla ilgili de yaşadıklarımı haftaya yazacağım.

Genç Kadın takımına tebrikler...
Genç Kadın Voleybol takımımız Avrupa şampiyonu oldu. Yürekten tebrikler... Başkan dostum Erdoğan da kendilerini kabul edip sohbet etti. Bakın burada önemli bir ayrıntıyı dile getireyim dedim. Öteden beri spor branşlarımız içinde altyapıdan üst yapıya en iyi ürün veren kadın voleyboludur. Bakınız tarihe ve de hatta günümüz büyükler sınıfına bunu rahatlıkla görürsünüz... O hâlde aynen devam...  

Haydi     hayırlısı ama...
Süper Lig yarın başlıyor. Malum salgın nedeniyle yine seyircisiz. Herkes tribünler dolsun istiyor ama bendeniz o kadar bu görüşün yanlısı değilim. Neden mi? En azından maç oynanırken küfür, hakaret ve benzeri gürültüler duymuyoruz. Yine bendeniz 1951'den beri statlarda maç izlerim. Bir baba hindi en sert tezahürat idi. Umarım, lig bittiğinde TFF tarafından tescil edilir. Bakın burası çok önemli haaa... 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.