“Sulh (Lozan Barışı) esasında İngilizlerin gayreti ile olmuştur”

A -
A +

Acaba Lozan Sulh Konferansı’nda Avrupalı devletlerin de kesif amme efkârı baskısıyla harbi göze alamayacakları gerçeği düşünüldüğünde, müzakerelerden çok daha iyi bir netice ile çıkılması mümkün değil miydi?

Bu aslında Lozan hadisesi ile ilgili sorulacak en mühim sorudur. Her ne kadar o günün şartlarını bilmeden net bir cevap verilemeyecek olsa da pek mümkün gibi gözükmüyordu. Çünkü perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. İngilizler iplerini sağlam kazığa bağlamışlardı. Burada müzakere konusunda usta bir heyet olsaydı denilebilir belki ancak hadise dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyor. O da şudur ki; Lozan, ‘güçlünün sözü geçer’ şeklindeki üniversal prensibin net tezahürü idi ve politik aktörler tarafından kesif bir şekilde dikte ettirilmişti. Daha fazlasını yapmaya o devirde ne heyet, ne de Ankara hükûmeti muktedir değildi.

Bakıldığında, Lozan aslında ABD ve Japonya gibi bugün alakasız görülen devletlerin dahi katıldığı bir beynelmilel (uluslararası) konferans olma hususiyetine sahiptir. Petrol, Hind deniz yolu, Süveyş Kanalı hâkimiyeti, Sovyetler Birliği’nin çevreleme stratejisi gibi birçok mevzuyu da içinde barındırmaktadır.

En mühimi de İngilizlerin bu hadisedeki derinlemesine dahlidir. İngilizler iki yüz yıllık Osmanlı Devleti’ni yıkma planlarının neticelerini görmeye başlamışken geri adım atılmasına ve bütün emeklerin boşa gitmesine müsaade etmezlerdi. İşin garip tarafı da bütün melanetin, sıkıntının, toprak kayıplarının ve cihan mefkûresinin yitirilmesinin en mühim müsebbibi olan İngilizlerin, bir dost ülke olarak zihinlerimize kazınmasıdır. Daha yakın zamanda Türkiye’de yapılan bir ankette katılımcılara Türkiye’nin düşmanları sorulmuş, İngilizler ilk beşe bile girememiştir.

Lozan’da Lord Curzon’un yaptığı tüm hinliklere ve kendisini birçok kez zor durumda bırakmasına rağmen, İsmet İnönü’nün Cumhuriyet’in 50. yıl dönümünde TRT’de yaptığı bir televizyon konuşmasında, Lozan’ı İngilizlerin başardığı cihette beyanat vermesi ve onlara takdirlerini atfetmesi bile bu hadisenin boyutunu ortaya koymaktadır.

İsmet İnönü, “Sulh (Lozan Barışı) esasında İngilizlerin gayreti ile olmuştur” (Nazmi Kal, İsmet İnönü: Televizyona Anlattıklarım, Bilgi: 1993, s. 111.)

Eğrisiyle, doğrusuyla Lozan imzalandı ve yürürlüğe girdi. Artık dünyada yeni bir düzen, yeni bir mantık ve yeni bir anlayış vardır. Dünya’da monarşi idaresi hızlı bir şekilde terkedilirken, parlamenter demokrasi sistemi hızla yayılmaya başlamıştır. Kimi devletler ise tarihin tozlu sayfalarında yerini alarak, tarih sahnesinden çekilmiştir ama “Yüz yıl dahi geçse dünyada iki kral kalır. Biri iskambil kâğıdında, birisi İngiltere’de” sözü gereğince İngilizler her daim ayakta kalmanın bir yolunu bulmuşlardır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise Lozan imzalandıktan sonra her şeyi unutup içine kapandı. Bir bakkal dükkânı işleten iki ortaklı bir limited şirket bile iki-üç yılda ancak tasfiye edilirken koca imparatorluğun tasfiyesi birkaç ayda sonlandırıldı. Mirası ise aynı hızla çarçur edildi.

Netice olarak şunu diyebiliriz; Lozan hiçbir hükmü olmayan Sevr ile karşılaştırılarak meşruiyet kazandırılmak istense de bunun tutmayacağı aşikârdır. Lozan’ı en doğru bir şekilde incelemek istersek tek başına ele almak gerekmektedir. Çünkü karşılaştırma yapmaya kalktığınızda nereden baktığınıza ve müdafaa ettiğiniz fikre göre netice değişmektedir ve genelde yeni kurulan devletin meşrulaştırılması için bu karşılaştırma, Kemalist zihniyetin bir tezahürü olarak zafer fikriyle neticelenmektedir.

Lozan Sulh Muahedesi, Türkiye tarihinin en keskin kırılma noktasıdır. Bu ehemmiyetine rağmen maalesef iç yüzü, henüz tam anlamıyla aydınlığa çıkarılabilmiş ve hatta mütalaa bile edilebilmiş değildir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.