Eylüldeyiz…

A -
A +
Yaz mevsimi, zamanı güze emanet edip gitti işte.
Oysa ilkbahara daha dün merhaba demiştik sanki. Zaman akıyor, durmadan, dinlenmeden akıyor ve ne tuhaftır ki saat en çok biz insanoğlunun aleyhine işliyor! Vakit, bizimle hesaplaşıyor, bizimle kurulup akıyor!
Ve vaktin ilerleyişinden en çok üzüntü duyan varlık biziz. Her geçen an, ömür defterinden bir yaprak daha düşürüyor ve hızla mutlak sona doğru yaklaşıyoruz. Ömür bitiyor!
Peki, hâl böyleyken türküde söylendiği gibi “Bir insan ömrünü neye vermeli?” Pek çok düşünür, mutasavvıf bunun üzerine kafa yormuş, görüş bildirmiştir.
Eskiler vakitleri belirleyen kimselere muvakkit, ilgili kuruma da muvakkithane demişler. Hiç kuşkusuz “Vakit nakittir” bilene! Bosnalı divan şairi Sabit, şöyle demiş:
 
“Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir
 Mubtela-yı gama sor kim geceler kaç saat"
(En uzun gecenin hangisi olduğunu ne müneccim, ne de takvim yapanlar bilir. Gam tutkunlarına sor ki geceler kaç saattir.)
Vakit konusunda galiba en çok mesai harcayan düşünce adamımız Ahmet Hamdi Tanpınar olmuş. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” adlı eserinde uzun uzadıya, zaman üzerine görüş bildirmiştir. Şu şiirle de cevap verir yukarıdaki beyte:
 
“Şeb-i yelda’da uzar fecre kadar kıssa-i aşk
Ta ki Mecnun bitirir nutkunu Leylâ söyler.
(Aşk hikâyesi, yılın en uzun gecesinde bile şafak sökene kadar sürer; öyle ki Mecnun sözünü bitirse Leylâ başlar; Leylâ sussa Mecnun anlatır.)
Eylül karmaşık duygular altında kapımı çaldı.
Vakit hızla tükenmekte ve hakikatte insan ömrünü ne için harcamalı? İnsanın hicret ve niyeti kimin için olmalı? Sırtını neye dayamalı? Maddenin yıkılan, çürüyen, eskiyen, yalan olan taraflarına mı, yoksa mananın sonsuzluk iklimine mi?
İnsan bildiği hâlde, her an ölüm korkusunu içinde taşıdığı hâlde, vakitle baş edemediği hâlde neden şaşıdır, neden gafildir, neden kendinden uzaklardadır? Çünkü insan bilse de, inansa da, kendisi için akan kum saatinin hızla tükenmeye başladığına bir türlü inanmaz, ciddiye almaz, bildiği her şeyi ertelemeye meyillidir!
Necip Fazıl Kısakürek’in aşağıdaki dizeleri hangimiz içindir?
“Hasis sarraf, kendine ayrı bir kese diktir,
Mezarda geçer akça neyse onu biriktir!”
Yunus Emre de bakınız ne demiş bir şiirinde:
“Nehirler aktı geçti/Kurudu vakti geçti
Nice han, nice sultan/Tahtı bıraktı geçti
Şu dünya penceredir/Her gelen baktı geçti!”
 
Eylül geldi ve sırtında hangimiz için hüzün taşıyor acaba?
Sonbaharın hüznüne, bütün mevsimi toplayıp gidişine ve kışın üşüten yalnızlığına merhaba diyeceğimiz günler kapıda! Birazdan yağmurların da önü açılacak ve mevsim yeni baştan tazelenecek.
Peki ya biz?
Kendimizi mevsime hazırladık mı?
Ruhumuzun mevsimlerine göz attık mı? Nefis terbiyemiz için lazım olan teçhizatımız nedir bildik mi? Vaktimizi nasıl kullanacağımızı düşündük mü?
Mevsimler gelip geçse de her mevsimin apayrı bir güzelliği vardır. İlkbahar en güzelidir, en gözdesidir ama yaz mevsimi baharın olgunlaşmış hâlidir. Sonbahar güzeldir, baharın yaşlanmış, vakti geçmişidir… Kış ise kimilerine göre en güzeldir zira kış, kendini naza çeken bahardan başkası değildir!
Eylül gelmiş hoş gelmiş, mevsim varsın güz olsun, son bahar olmasın yeter ki!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.