Mecnundan sonra...

A -
A +
Estetikten, sanattan, derinlikten, manevi hazlardan bihaber yaşayıp gidiyoruz. Caddelerde daha çok araba var ancak daha az kibar sürücü direksiyonda. Eğitimli insan sayısı artıyor lakin bu artış kitap okunma oranlarına, gazete tirajlarına yansımıyor!
Televizyonlarda kalbi taraflarımıza hitap eden, entelektüel birikimi ve irfanıyla yıldızlaşan isimlerin yaptıkları programlar iyi reyting alamadığı gerekçesiyle yayından kaldırılıyor.
Binlerce şairden söz ediliyor, gönül telini titreten şiirler yazılmıyor, yazılamıyor! Yazılanlar ise kimselerin dikkatini celbetmiyor ne yazık ki. Kaliteli sinema ürünleri, beklenen gişeyi yakalayamıyor ama içinde bin türlü küfrün, argonun geçtiği pespaye yapımlar sinema tarihinin gişe rekorunu kırıyor.
Adab-ı muaşeret denen o toplumsal kurallar bütününü ise artık "eski toprak" dediğimiz insanlar dışında toplumun taktığı yok, hiç kimsenin umurunda değil. Oysa bugün küçümsediğimiz, dikkate almaya tenezzül buyurmadığımız o altın kurallarla o güzelim toplum hayatı inşa oluyor, hayata tatlı bir lezzet katıyordu.
Bugün her alanda oldukça görgüsüz bir toplum olduk ne yazık ki!
Ziya Paşa ne güzel söylemiş:
“Gitti Mecnun hane-i dehri bize bıraktı
Bir harap evdir, kalır divaneden divaneye”
(Mecnun ölünce dünya evini bize ısmarlamış oldu -zaten- bu öyle perişan yıkık ıssız bir evdir ki -ancak- deliden deliye kalır -ya da- kalabilir...)
Her devrin Mecnunları vardı aslında. Artık Mecnun da yok Leyla da…
Güzel eserler yapılmıyor uzun zamandır. Artık özel televizyon ekranlarında türkü, şarkı dinlemek hayal oldu. Allahtan hâlâ TRT radyolarında ve birkaç özel radyoda klasik eserlerimiz çalınıyor. Bugün seyahat ederken bir ara gençlik yıllarında çok sevdiğim bir şarkı çalındı kulaklarıma. Gerçekten büyük bir sanatçı ve bestekâr olan rahmetli Yıldırım Gürses’e ait, saba makamındaki şarkıyı yine yılların sanatçısı Bilge Pakalınlar söylüyordu ve dinlerken donup kaldım, büyülendim:
“İçime hep hüzün doluyor
Yine sensiz, yine sessiz sabah oluyor
Geçiyor aylar, ömür doluyor
Yine sensiz, yine sessiz sabah oluyor!"
Bir musiki kültürü vardı toplumda. İnsanlar daha duygulu, daha vefalı, daha ince kalpliydi. Şarkılar anlatırdı zira kalpteki sırları. Her duyguya, her duruma uyan makamlar vardı ve her kalbe giden şarkı sözleri.
“Gülmedi bahtım yine bu sevda bitti yazık
İkimizin derdini anlat kanunum artık.”
Şimdi dönüp geriye baktığımızda ne çok şeyi yitirdiğimizi daha net görüyoruz. Duygusal taraflarımız kayboldu, sevimsiz, hissiz, bencil, narsist, katı, maddeci, hedonist tarafları bilenen insanlar doluştu çevremize. Bu gri betonları andıran insanlar ne sevmeyi, ne saymayı, ne vefayı, ne de empati yapmayı biliyor!
Toplumumuzda büyük bir duygusal yıkım yaşanmaktadır. Sosyal paylaşım ağlarının etkinliği, sevme, merhamet etme, vicdan yetisinin kaybedilmiş olması, aşkın sadece cinselliği çağrıştırması, bütün beğenilerin dışa vurgu yapması, kısa zamanda âşık olup, kısa bir süre sonra terk etme modasının başlaması (internet hızına yetişme yarışı sanırım!) özellikle vefa, sadakat, gerçek aşk kavramlarının tüketilmiş olması bu duygusal yıkımı tetiklemiştir. Ne hazindir ki biz boş işlerle uğraşan bir kalabalığa dönüşmüş durumdayız!
Sevdiği insana okuyacağı, onun yüreğine ineceği bir şiiri bile kalmamıştır yurdum insanının! Bu ne hazin bir durumdur, şairlerin harman olduğu bu topraklarda şiir böyle mi yerlere serilecekti! İnsan kalbi böyle mi ıssız bir dağ başına dönüp virane olacaktı? Bu hududu nasıl çizdik ruh coğrafyamıza, kim çizdi, kim kalbimizi vurdu binbir yerinden? Kim bizi yaraladı?
Açıkçası ben de bilmiyorum...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.