Kendini bilmezle eyleme ülfet!

A -
A +
Bayram da bitti işte. Yine içimizi daraltan, onca dert, tasa, gürültü ve patırtılarla kavga edecek, gündem dediğimiz onca şeye yeni baştan sarılacak ve buna da “yaşamak” diyeceğiz! Bu bayramda yaşadığım mahallemdeki büyüklerimizi eşimle birlikte bir bir ziyaret ettik. Bu ziyaret anları ne kadar güzel ne kadar bereketli ve ne kadar huzurlu anlardı kelimelerle anlatamam zira bu sohbetlerin içinde siyaset yoktu, dedikodu yoktu, kabalık yoktu, ötekileştirme yoktu, para pul yoktu, senlik benlik gibi enaniyet kokan hiçbir tavır ve his yoktu. Baştan ayağa bir sadelik vardı. Huzur ve rikkat vardı. Hatır vardı, sohbet, içtenlik vardı, gönül, muhabbet ve şefkat vardı. Yaşı kemale ermiş bu büyüklerimiz için bizlerin bu gündelik tartışma ve kavgalarının ne kadar basit ve anlamsız olduğunu görüyorum. Onlar hayatlarının en amasız, fakatsız demlerini yaşıyorlar. Büyük ve derin bir huzur içindeler. Hayata dair beklenti, ihtiras olmayınca insan nasıl da güzelleşiyor, kendisi oluyor! Geçen yıl, Ramazan Bayramı’nda hayatta olan, bayramlaştığımız, birlikte tatlı yiyip tatlı konuştuğumuz Cevdet Amca bu sene yok! Bunun burukluğunu ve hüznünü derinden hissediyorum. Aklıma Yahya Kemal Beyatlı’nın hatırımdan hiç gitmeyen dizeleri düşüyor: “Artık güneş görünmez olur, gök bulutludur,Rahatça dal, ölüm sonu gelmez bir uykudur” Evlerinde tebessümle hayata bakan bu insanlara baktıkça bir şey görüyorum. Bazen hayata fazlaca karışmak, insanlarla fazlaca senli benli olmak, fazlaca dünyevi olanla haşır neşir olmak insanın fıtratını bozuyor mu ne? Yani ülfet ve uzlet arasında bir denge mi kurmak lazımdır? Ülfetin fazlası yük değil midir? Tefekkür ve tezekkür için uzlet gerekli midir kabilinden bir yığın soru düşüyor aklımın mazgallarına. Hayatta hiçbir şeye bel bağlamadan, fazlaca ümit etmeden, dünyanın nimetlerine iştiyak duymadan yaşamak ne güzeldir… Ülfet ve uzlet arasında nasıl bir denge kurmak lazım gelir diye düşünürken yine Yahya Kemal Beyatlı yetişiyor imdadıma, ancak büyük şair bu şiirinde ihtiyarlık yıllarının son demlerini nasıl geçirmenin telaşında: Ülfet belalı şey fakat uzlet sıkıntılıBilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı? İhtiyarlık böyle bir şey… Hayat rıhtımında gidenlere sallanan mendiller hayli ıslanmıştır artık, sıra sıra gidenlerin ardında boşluk kalmamış ve gemiye binme artık an meselesidir! Yahya Kemal, ülfeti belalı, uzleti sıkıntılı görüyor! İnsan olmak ne zordur düşünene. “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi öteki dünyaya” hazırlanmak fikrini içselleştirmek, hatırdan çıkarmamak, hayatı bu düstura göre tanzim etmek çok önemlidir lakin bu çok da kolay değildir. Kimi insanlar vardır ki ölmeden ölmüşlerdir! Dünyada gezinen ölüler gibidirler. Öylesine bedbin, öylesine lakayt, öylesine gaddar, vicdansız, merhametsiz, duygusuz, faydasız, hissiz… Yahya Kemal’in bunlara sözü yok mudur sanırsınız? “Ölmek değildir ömrümüzün en feci işiMüşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi!” Bir bayram günü bütün bunları düşünmek için insanın bol vakti oluyor. Dünün bayramları, o yıllarda yanınızda olan anneniz, babanız, büyükleriniz, yakınlarınız… Şimdi neredeler sorusunu bayram günü hâletiruhiyeniz sizlere soruyor içten içe. Hasılı ülfet de uzlet de hakkıyla, layıkıyla yerine getirilirse güzeldir. Erzurumlu Emrah bakınız ne diyor: “Kendini bilmezle eyleme ülfetÂrif ol mekteb-i irfâne yürüHer kîl ü kâle eyleme seyrânKûşe-i uzletde bîgâne yürü” Erzurumlu Emrah’ın bu sözlerinin üzerine daha ne diyelim? Susup sözü tartalım…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.