İnsanın asıl maksadı...

A -
A +

İnsanın maksadı, yani hep arzu ettiği şeyler, onun ma'bûdu olur. "Maksûdun, ma'bûdundur" sözü meşhûrdur. Câsiye sûresinin 23. âyetinde meâlen; (Nefsinin arzularını ilâh edinen kimseyi gördün mü?) buyuruldu. Ehl-i sünnet âlimleri, insanın maksûdu, yani hep arzu ettiği şeyler, onun ma'bûdu olur buyurdular. Allahü teâlâ, insanları başı boş bırakmadı. Her istediklerini yapmaya izin vermedi. Nefslerinin arzularına taşkın ve şaşkın olarak tâbi olmalarını, böylece felâketlere sürüklenmelerini dilemedi. Râhat ve huzûr içinde yaşamaları ve sonsuz saâdete kavuşmaları için arzularını ve zevklerini kullanma yollarını gösterdi. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyan kul, mesûd ve râhat olur. Nefsinin isteklerine, arzularına uyan ise, zelil olur. Çünkü nefs, Cenâb-ı Hakka düşmandır. Zira bir hadîs-i kudsîde, Allahü teâlâ; (Nefslerinizi, kendinize düşman biliniz! Çünkü, nefsleriniz, bana düşmandırlar!) buyurmuştur. Gâyesi âhiret olan... Ebû Bekr Kettânî hazretleri, sevdiklerine nasihat ederken: "Hakiki mü'min; nefsi istediği halde dünyâdan yüz çeviren, Resûlullah efendimizin yolunda ve izinde yürüyen, gâyesi âhiret olan, cömert olup, Rabbine yönelendir" buyururdu. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: "Bir insanın maksûdu, arzusu, özendiği, sağ kaldıkça ele geçirmek istediği ve ele geçirmek için, her zillete, alçalmağa katlandığı, hiç vazgeçmediği şey ise, bu maksûdu, ma'bûdu olur ve bu hâli ibâdet olur. Bunun için, bir kimse, maksadına kavuşmak için, Allah göstermesin İslâmiyyetin dışına çıkarsa, farzlardan birini bırakır, bir harâm işlerse, namâzı, orucu bırakırsa, bu maksûdu, onun ma'bûdu olur, ilâhı olur." Süfyân bin Uyeyne hazretleri insanların kendisini övmelerine, yermelerine aldırmaz ve onlara: "Bir kimse ibâdetlerini yapar, hep Allahü teâlâyı hatırlarsa, dünyâ yani insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeyler, ondan uzaklaşır. Allahü teâlâyı hatırlamaktan gâfil oldukça da dünyâ ona yaklaşır. İbâdetlerden ve Allahü teâlâyı hatırlamaktan maksat, dünyâyı kendinden uzaklaştırmak içindir" buyururdu. Ahmed Gazâlî hazretleri, insanlara sık sık vakitlerini boş geçirmemeleri için şöyle nasîhat ederdi: "İnsanlar bu âlemde yolculuk halindedirler. Onların ilk konakları beşik, sonuncusu ise kabirdir. Hakîkî vatan, ya Cennet veya Cehennemdir. İnsan için, ömrünün en kıymetli sermâyesi vakitleridir. Şehveti ve şehevî arzuları, yolunu kesen eşkıyâdır. Kazancı ve kârı; Cenneti ve oradaki ebedî nîmetleri elde etmek, Allahü teâlânın rızâsına ve cemâline mazhar olmaktır. Zarar ise; Cehennemde çeşitli azaplara mâruz kalmak, Allahü teâlânın rahmet ve cemâlinden uzaklaşmaktır. Kim Cennete girmek isterse, vakitlerini Allahü teâlânın beğendiği şeylerle geçirsin." Din büyüklerinden Ahmed Sârbân hazretlerinin çok huysuz ve geçimsiz bir hanımı vardı. Bu hanım kocasını ziyarete gelenlere; -Siz bu adamdan ne medet umuyor ve ne hayır bekliyorsunuz. Sizin işiniz yok mu? diyerek bağırırdı. Bir gün bu zatın talebeleri hem bu durumu düşünüyor hem de birbirleriyle şöyle konuşuyorlardı: -Acaba nasıl oluyor da hocamız böyle bir hanımla yaşayabiliyor, bir arada geçinebiliyor? Onların bu düşüncelerini anlayan Ahmed Sârbân hazretleri şu cevâbı verdi: -Dostlarım! Mesele sizin zannettiğiniz gibi değil. Benim böyle bir kadına tahammül etmem, nefsânî bir hevesten değildir. Bu bizim talebelerimize verdiğimiz bir derstir. Maksat, çirkin huylu insanlarla da iyi geçinmektir. Sizin elinizdeyse nefsinizi içinizden atın bana öyle gelin. İşte bu kadar. İnsanlar zor zamanlarda, bir zorlukla karşılaştıklarında müdara yapamazlar yani insanları idare etmezler. Böyle zamanlarda herkes içindekini ve gerçek yüzünü dışa vurur. Bencil bencilliğini, fedakâr fedakârlığını, hain hainliğini gösterir. Bu problemli zamanlar bir imtihandır. Böyle durumlarda, insanın maksadı, gayesi ne ise, o meydana çıkar. Niyet bozuksa, netice felakettir! İlim tahsilinde maksat, niyet bozuksa, netice felakettir. Maksat ve niyet düzgünse, netice izzettir, selamettir. İnsanın ilmi arttıkça, Allaha sevgisi arttıkça, nefsinden soğumaya, nefret etmeye başlar. Bu hâle kavuşmak, Allahü teâlânın, o kuluna lütuf ve ihsânıdır. O kulunu sevdiğinin alametidir. Rüveym bin Ahmed hazretleri: "İnsanın okumaktan gâyesi kalbini kötü huylardan temizleyip, fazîletlerle süslemek, gelecekte ise Allahü teâlâya yakın olmak ve yakınlık mertebesine kavuşmak olmalıdır. Bilgisiyle; riyaset, servet, makam, cahillerle münakaşa ve akranlarına üstünlük gâyesi göstermemelidir" buyurmuştur. İslamiyet, bir ağaç gibidir. Kökü iman, gövdesi ibadet, meyvesi ise, ihlâstır. Kalb, dünya arzularından, nefsin isteklerinden birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, ahireti sevemez, oraya hazırlanamaz. Bunun için asıl marifet, asıl maksat, çok para, mevki, makam kazanmak değil, kul olmak ve çok sevap kazanmaktır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.