Râzı olan rızâya kavuşur...

A -
A +

Rızâ demek, Allahü teâlâdan gelen herşeye râzı olmak demektir. Allahü teâlâdan bir felâket gelse, ona da rızâ gösterir. Kimseye şikâyet etmez. Bu, her insanın yapabileceği bir iş değildir. Fakat, bunu yapabilen, büyük bir insandır. Böyle insanlarda, Peygamberlere mahsûs sabır ve tahammül var demektir. Allahü teâlânın büyüklüğüne inandığı derecede insan, bu tahammülü ve bu rızâyı gösterebilir. Gıbta edilecek bir meziyettir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Şüphe edilen altını, ateşle muayene ettikleri gibi, Allahü teâlâ, insanları derd ile, belâ ile imtihân eder. Bazısı, belâ ateşinden hâlis olarak çıkar. Bazısı da, bozuk olarak çıkar) Kul için, sâhibinin işinden râzı olmaktan başka çâre yoktur. İnsan, bu dünyâda kalmak için yaratılmadı. Dünyâda iş yapmak, çalışmak için yaratıldı. İbrâhim-i Havvâs hazretleri anlatır: "Bir zaman Şam civarındaydım. Nar ağacı gördüm. Tatlı nar yemek arzu ediyordum. Lâkin gördüğüm narlar ekşi olduğu için, yemeyip sabrettim. Tatlı nar bulduğum zaman yerim deyip, yoluma devam ettim. Bir yere varınca, eli, ayağı olmayan, zayıf, hâlsiz, yaralı bir kimse gördüm. Yaralarına kurt düşmüş, hattâ birçok eşek arısı yaralarına hücûm etmiş, zavallıya ıstırap veriyorlardı. Onun bu çâresiz ve mustarip hâline acıyarak, yanına varıp; -Bu halden kurtulmak ister misin? dedim. -Hayır dedi. Ben hayretle; -Niçin? dedim. -Sağ sâlim olmak nefsimin arzûsudur. Bu halde olmam ise Rabbimin murâdıdır. O'nun murâdının aksi bir şeyi O'ndan istemek, kulluğuma yakışmaz, takdirine râzı olmak, elbette benim için hayırlıdır dedi. -Müsâade et de hiç olmazsa arıları senden uzaklaştırayım, sana çok ıstırap veriyorlar dedim. -Onlar bana ıstırap verdikçe, benim hâlim daha hoş oluyor. Ey Havvâs! Sen benim çektiğim sıkıntıları, eşek arılarını boşver, sen tatlı nar yemek arzusunu kendinden uzaklaştırmaya bak dedi. -Bütün bunları nereden biliyorsun? dedim. -Allahü teâlâ bildiriyor dedi. Sonra izin isteyip yoluma devâm ettim." Zünnûn-i Mısrî hazretleri anlatır: "Benî İsrâilde yedi yüz sene Allahü teâlâya ibâdet eden bir âbid dâimâ: Senin rızanı isterim! -Yâ Rabbî! Senin rızânı isterim! diyordu. O sırada peygamber olan Danyal aleyhisselâma vahy geldi ki; (O âbide söyle, eğer göktekilerin ve yerdekilerin ibâdetini yapsa, yeri Cehennem'dir!) Danyal aleyhisselâm bunu o âbide bildirdi. Abid, bunu duyunca sevindi ve; -Ey Rabbimin hükmü! Ne hoşsun! O'nun kazâsı hoş geldin! dedi. Sonra da; -Ey Allah'ın peygamberi! Yedi yüz yıl Hakk'ın rızâsını istedim. O'nun mülkünde kendimi sivrisinekten aşağı kabûl ettim. Şimdi, Cehennem'in odunu olmaya lâyık olduğumu ve O'nun rızâsının bunda bulunduğunu, yâni Cehennem'e gideceğimi anladım. Artık O'nun rızâsı olan yeri ister oldum dedi. Yine vahy geldi ki: (Ey Danyal! O kuluma söyle, o benden râzı olunca, ben de ondan râzıyım. Onu Cennet ve Cemâlime lâyık eyledim.) Rızâ, Allahü teâlâdan kendisine gelen takdîrâta râzı olmaya denir. Nefs, inkârdan kurtulup, Allahü teâlânın kazâ ve kaderinden râzı olursa, Allahü teâlâ da, ondan râzı olur. Böylece insan, kendini anlar ve tanır. Nefsini tanıyan da, Rabbini bulur. Cenab-ı Hakkı tanıyan kimsede ise, büyüklük, kendini beğenmek hastalığı kalmaz ve nefsin kötülüklerinden kurtulmuş olur. Enes bin Mâlik hazretleri anlatır: "Zeyd bin Erkâm hazretlerinin gözü ağrıyordu. Ona geçmiş olsun ziyâretine gittim. Resûlullah efendimiz de orada idi. Mubârek elleriyle Zeyd bin Erkâm'ın iki gözünü açtı. Mubârek ağzının suyundan koydu ve: (Senin için bir sıkıntı kalmadı) buyurdu. Gözleri hemen iyileşti. Sabahleyin Resûlullah efendimizin huzûruna gitti. -Ey Zeyd, gözlerinin ağrısı devâm etseydi ne yapardın? diye sordular. -Yâ Resûlallah, sabrederdim ve Allahü teâlânın takdîrine rızâ göstererek netîceyi beklerdim, dedi. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz: -Cânım kudretinde olan Allahü teâlâ için, eğer senin gözlerin o hâlde kalsaydı ve sen de sabretseydin affedilmiş olarak Allahü teâlâya kavuşurdun, buyurdu." Ahmed bin Alevî hazretlerinin talebelerinden birinin çocuğu vefât etmişti. O talebe buna çok üzülüyordu. Bunun üzerine Ahmed bin Alevî hazretleri talebesine buyurdu ki: -Evladım, kazaya rızâ gösterip sabredeceksin. Allahü teâlâ, bu yavruyu sana emânet verdi. Şimdi geri alırken sana çok sevâb, iyilik verecek, acıyarak doğru yolda ilerlemeni, yükselmeni ihsân edecektir. Bu merhamete ve ihsâna kavuşabilmek için sabretmeli, O'nun yaptığını hoş görmelisin. Kızar, bağırıp çağırırsan, sevâba kavuşamazsın. O'nun emrine râzı olup, kazâya rızâ göstereceksin. Bunları dinleyen talebe; -Efendim, Allahü teâlânın takdîrine râzı oldum dedi. Ebû Ali Dekkâk hazretleri de; "Rızâ, gelen musîbetler karşısında kayıtsız kalmak, vurdum duymaz olmak demek değildir. Rızâ; Allahü teâlânın hükmüne, takdirine îtirâz etmeyip, boyun eğmektir" buyurmuştur. Netice olarak İsmâil Fakîrullah hazretlerinin buyurduğu gibi: "Allahü teâlâdan râzı olandan, Allahü teâlâ da razıdır. Kazâya rızâ, evliyânın şânındandır."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.