Maksat yemek içmek ise...

A -
A +

İnsanın şerefi, kıymeti, değer verdikleri ile ölçülür. Bir kimse neye kıymet veriyorsa, onun değeri de o kadardır. İlim ve edebe kıymet veren, kıymetlidir, değerlidir. Çünkü değer verdikleri kıymetlidir. Zira; "Şerefül insan bil ilmi vel-edeb, lâ bil mâl-ı vel haseb" buyurulmuştur. Yani insanın şerefi, kıymeti, ilmi ve edebi ile ölçülür. Malı, babası ve dedeleri ile değil! Bir kimse, yeme ve içmeye kıymet veriyorsa yani bunu kendine maksat edinmiş ise, bu kimsenin değeri de, helada çıkardıkları kadar olur. Kim neye kıymet veriyorsa, neyi kendine maksat ediniyorsa, kendi değerini, kıymetini kolaylıkla anlayabilir. Mala kıymet veren, bir gün bu maldan mahrum kalır. Zira ölünce mirasçılara kalacaktır. Gücüne, yakışıklılığına, güzelliğine kıymet veren de, bir gün bunları kaybettiği zaman ah etmek durumunda kalır. Maksadı yeme ve içme olan kimseye oruç ibâdeti, aşılması imkansız bir dağ gibi görünür. Şeytan ve nefs, o kimsenin bu zaafını bildiği için, oruç ibâdetinden mahrum bırakır. Diğer ibâdetleri yapmaktan ve mübârek geceleri, zamanları kıymetlendirmekten de mahrum kalmasına sebep olur. Allahü teâlânın ihsân ettiği nimetler pek çoktur. Bunların en kıymetlisi ise, iman etmek, Müslüman olmakla şereflenmektir. Bu şerefe kavuşan bir kimse, neye kıymet vereceğini, neleri yapınca değerli olacağını iyi bilir. Bu nimetin kıymeti bilinmezse, hakkı gözetilmezse elden gider. Şükredilirse ve hakkı gözetilirse elde kalır, artar. Sûre-i İbrâhîm'in 7. âyetinde meâlen; (Şükrederseniz, verdiğim nimetleri elbette arttırırım) buyurulmaktadır. Bedenin sıhhat ve selâmeti... Ahmed bin Alevî hazretleri az yer ve az içerdi. Gıdâsı çoğunlukla sütten ibâretti. Bâzan birkaç gün yalnız bir hurma kâfi gelirdi. Helâl lokma yemeye çok dikkat ederdi. Talebelerinden biri; "Efendim sizden yemek yeme arzusu nasıl gitti? Siz gençliğinizde iyi yerdiniz" diye sordu. O da; "Gençliğimden sonra zamanla böyle bir hal meydana geldi. Nasıl şu gördüğünüz duvarın bir şeye arzusu yoksa, bende de tıpkı onun gibi yemek arzusu kalmadı" dedi ve şöyle buyurdu. "Âlimler buyurdular ki: Yemenin yedi mertebesi vardır. Birincisi, yaşayacak kadar yemek; ikincisi, farz namazı kılacak ve farz olan orucu tutacak kadar yemek. Bu iki mertebe yemek farzdır. Üçüncüsü, nâfile olan namazı ve nafile orucu tutabilecek kadar yemek. Bu kadar yemek müstehabdır. İmâm-ı Gazâlî hazretleri bu konuya dâir; "Akıl sâhiplerinin gâyesi Cennet'te Allahü teâlâya kavuşmaktır. Allahü teâlâya kavuşmak ise, ilim ve amel ile olur. Bunlara bedenin sıhhati ve selâmeti ile devâm edilebilir. Bedenin sıhhat ve selâmeti ise yiyeceklerden alınan gıdâlarla olur. Ancak gıdâlar ihtiyaç miktârı alınmalıdır. Bu yüzden selef-i sâlihinden bâzı âlimler bedenin ihtiyacı olan gıdâyı almayı din işlerinden saymışlardır." Dördüncüsü, çalışıp kazanmaya kuvvet sağlamak için yemek. Bu, dînin beğendiği tokluktur. Beşincisi, midenin üçte birini dolduracak kadar yemek. Altıncısı, midenin üçte birinden fazlasına doldurulan yemek olup, mekruhtur. Çok yiyince insanda ağırlık ve uyku meydana gelir. Lokman Hakîm hazretleri buyurdu ki: "Mîde dolunca insanın düşüncesi, zekâsı uyur, durur. Öyle kimseden hikmet çıkmaz. Âzâları ibâdete karşı tembel olur. İnsanların ekserisi bu hâl üzeredir. Yedincisi, zarar verecek derecede çok yemek aşırı doymak. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Her hastalığın aslı çok yemek yemedir." Bu haramdır." Yemekleri, keyif için, lezzet için değil Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmeğe kuvvet bulmak için yemelidir. Başlangıçta böyle niyet etmek mümkün olmazsa, insan kendini zorlamalı hatta bu şekilde niyet edebilmek için Allahü teâlâya yalvarmalıdır. İslâmiyette yeme ve içmeden maksat, emirleri, kulluk vazifelerini yerine getirmeye kuvvet temin etmek içindir. Hedef, az yemek, az içmek değil, doyuncaya kadar, kafi miktarda yemek ve içmektir. Bahâüddîn-i Buhârî hazretleri; "Birşey yemek, aç kalmaktan iyidir" buyurmuştur. Alâüddevle Rükneddîn hazretleri de; "Birşey yemek, aç kalmaktan iyi olduğunu, önceden bilseydim, az yiyiniz demezdim" buyurmuştur. İyiliklerin başı açlıktır Dinimiz; acıkmadan yememeli, doymadan kalkmalı diye bildirmektedir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki; (İnsan kalbi, tarladaki ekin gibidir. Yemek, yağmur gibidir. Fazla su, ekini kuruttuğu gibi, fazla gıdâ kalbi öldürür) Çok yemek, hastalıkların başı, az yemek yanî perhîz etmek ilâçların başıdır. Midenin üçte biri yemeklere, üçte biri içeceklere ayrılmalıdır. Üçte biri hava payı, yani boş olması en aşağı derecedir. En iyi derece, az yemek ve az uyumaktır. Hadîs-i şerîfte; (İyiliklerin başı açlıktır. Kötülüklerin başı tokluktur) buyuruldu. Yemeğin tadı, açlığın çokluğu kadar artar. Tokluk, unutkanlık yapar. Kalbi kör eder, alkollü içkiler gibi, kanı bozar. Açlık, aklı temizler, kalbi parlatır. Bir hadîs-i şerîfte; (Çok yiyeni, çok içeni Allahü teâlâ sevmez) buyuruldu. Netice olarak, yemek, içmek, giyinmek esas maksat değildir. Bunlar, maksada kavuşturacak vasıtalardır. Bu vasıtaları da, dinimizin bildirdiği ölçüler içinde yerine ve zamanına göre kullanmalıdır...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.