Başkaları hakkında kötü düşünmek

A -
A +

Herhangi bir kimse hakkında kesin olarak bir şey bilmeden, o kimseyi kötü bilmek ve öyle karar vermek, kötü huylardandır. Böyle düşünmek, haramdır ve büyük günahlardandır. Zira Kur'ân-ı kerîmde bir ayet-i kerimede meâlen: (Ey îmân edenler, sû-i zan etmekten kendinizi koruyun! Zannetmenin ba'zısı günâhtır) buyurulmaktadır. Resulullah efendimiz de bir hadîs-i şerîflerinde: (Sû-i zan etmeyiniz! Sû-i zan, yanlış karar vermeye sebep olur. İnsanların gizli şeylerini araştırmayınız, kusurlarını görmeyiniz, münâkaşa, haset ve düşmanlık etmeyiniz, birbirinizi çekiştirmeyiniz, kardeş gibi birbirinizi seviniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, yardım eder. Onu kendinden aşağı görmez) buyurmuşlardır. Herhangi bir Müslümanın günâh işlediğini zannetmek, muhakkak o yapmıştır veya zaten ondan böyle şeyler beklenirdi gibi zan ve tahminlerde bulunmak, sû-i zan olur ki, büyük günahlardandır. Böyle günahlar yalnız tövbe etmekle affolmaz. Zira bu gibi günahlara kul hakkı da girmektedir. Bunun için tövbe ile beraber, helallaşmak da lazımdır. Kalbe gelen ba'zı kötü düşüncelere uygun olarak söz söylenmedikçe veya hareket edilmedikçe sû-i zan olmaz. Sû-i zan haramdır Başkaları hakkında kötü düşünmek ve onları kötü bilmek haram olduğu gibi, insanların kötü düşünmesine sebep olacak söz ve hareketlerde bulunmak da, uygun değildir. Bir gün Peygamber efendimiz, sokakta hanımı ile konuşurken, yanlarından geçmekte olan kimseye: -Bu konuştuğum kadın, benim hanımım Safiye'dir, buyururlar. Bunun üzerine o kimse: -Yâ Resûlallah, sizden de mi şüphe edilir? diye arzedince, Resulullah efendimiz: -Kan, insanın damarlarında dolaştığı gibi, şeytan da insana nüfûz eder, kalbine şüphe sokar, buyurdular. Hazret-i Ömer'in halifeliği zamanında da bir gün bir kimse, bir kadınla sokakta şüphe uyandıracak şekilde konuşuyordu. Hazret-i Ömer, bu durumu görünce, o kimseye yaklaştı ve öfkeli bir şekilde bakmaya başladı. Hazret-i Ömer'in bu bakışlarından vaziyeti anlayan adamcağız: -Efendim bu kadın yabancı değil, benim hanımımdır, dedi. Bunun üzerine hazret-i Ömer: -Mademki bu kadın senin hanımındır, öyle ise ne diye şüpheyi üzerinize çekecek şekilde konuşuyorsunuz? diyerek o kimseyi azarlamıştır. İslâm âlimlerinden bir zat da, talebelerine ders verirken; "Herhangi bir konuda, alâmet ve işaretlere bakarak hemen kesin hüküm vermek doğru değildir. Böyle yapmaktan sakının, hemen kesin hüküm vermeyin!" diyerek şöyle bir misâl verir: "Mesela evinize girerken, bir köpeğin, burnunda yoğurt bulaşığı olduğu halde evden çıktığını görseniz, eve girdiğinizde de yoğurt kabında köpeğin burnu girecek kadar bir çukurluk bulunsa, yine de bizzat gözünüzle görmediğiniz için veya başka gören olmadığı için "Muhakkak bu köpek, bu kaptaki yoğurda burnunu sokmuştur." diyerek kesin bir hükümde bulunmayın!" diye anlatır. Talebelerden birisi, kalbinden, hocasının bu anlattıklarına itiraz ederek, "Bu köpeğin bu yoğurda burnunu soktuğu apaçık meydanda iken, niye kesin hüküm verilmezmiş?" diye düşünür. Hocası, talebenin bu düşüncesini anlar fakat bir şey söylemez. Bir zaman sonra, bu talebe, şehrin kenarında bulunan evinin yakınındaki ağaçlıkta bir hayvan keser. O anda helaya sıkıştığı için, elindeki kanlı bıçakla çalıların arasına ihtiyacını görmek için gider. O sırada şehirde bir kişi bıçaklanmış ve bıçaklayan şahıs da kaçmıştır. Jandarmalar, kaçan katili ararken, çalıların arasında ihtiyacını gideren bu kişiyi gizlenir halde görünce şüphelenip yanına varırlar. Elinde bıçak ve üzerinde kan izlerini görünce, suçlu zannı ile bu talebeyi alıp götürürler. Biz vazifeli değiliz! Talebe, her ne kadar bu işle benim bir ilgim yok dediyse de, elindeki bıçak ve üzerindeki kan izleri, cinayet zanlısı olarak, nezarete atılmasına sebep olur ve mahkemeye çıkarılır. Zamanın kadısı yani hakimi, bu talebe hakkında yapılan ithamları ve talebeyi dinledikten sonra: "Her ne kadar zan altındaki bu şahısın, çalılıklar arasında gizlenmesi, elinde bıçak ve kan izlerinin bulunması sebebiyle hâdiseyi onun işlediği şüphesini kuvvetlendiriyorsa da, onu, ölen kimseyi bıçaklarken bizzat gören şâhit olmadığı için beraatına karar verilmiştir" der. Talebe, sû-i zan etmenin cezâsını, birkaç gün nezârette kalarak, ucuz atlatmış olur. Alâmet ve işaretlere bakarak karar vermenin doğru olmayacağını anlar ve hocasına yaptığı sû-i zannına da tövbe eder. Netice olarak, Şemseddîn Sivâsî hazretlerinin buyurduğu gibi; "Allahü teâlânın emri üzere kimseye sû-i zan etmemeli, hüsn-i zanda bulunmalıdır. Zira hiç kimseyi araştırmak ve teftiş etmekle vazifeli değiliz."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.