"Nasıl ağlamayayım ki!.."

A -
A +

Müslümanlar, merhamette, tıpkı bir bedenin uzuvları gibi olmalıdır. Nasıl ki bedenin herhangi bir uzvu rahatsızlandığında bütün uzuvlar perişan oluyorsa, hasta olan uzuv iyileşince rahatlıyorsa Müslümanlar da, içlerinden birisi rahatsız olduğu zaman, o kimse bu rahatsızlıktan kurtuluncaya kadar rahatsızlık duymalıdırlar. Peygamber efendimiz bir gün, bir yerde oturuyorlardı. Yanlarında da, hazret-i Ebû Bekir, hazret-i Ömer, hazret-i Osman ve hazret-i Ali vardı. Resûlullah efendimiz birden ağlamaya başladılar. Mübarek gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu. Hazret-i Ebû Bekir, Resulullah efendimizin bu haline dayanamayıp: -Anam babam, sana fedâ olsun ya Resûlallah! Niçin bu kadar ağlıyorsunuz? diye sual ettiler. Peygamber efendimiz cevaben: -Nasıl ağlamayayım ki, ümmetimin yolu çok uzundur. Omuzlarında ise çok ağır günâhlar vardır. Onların günâhları yağmur ve kar tanelerinden, deniz köpüğünden ve ağaçların yapraklarından da fazladır, buyurdular. Bu cevabı alan hazret-i Ebu Bekir: "Kalbinizi ferah tutunuz!" -Ya Resulallah! Kalbinizi ferah tutunuz! Müslümanların yüklerini hafifletmek için, onların günâhlarının yarısını ben üzerime alacağım! diye arzetti. Hazret-i Ebu Bekir'den bu cevabı alan Resulullah efendimiz memnun oldular ve hazret-i Ömer'e dönerek: -Ebû Bekir'in dediklerini işittin! Peki sen ümmetimin günâhkârları hakkında ne diyorsun? diye sual ettiler. Hazret-i Ömer de: -Ya Resulallah! Ben Ebû Bekir'in söylediği ve yaptığı gibi yapamam! Yalnız Müslümanların günâhlarının üçte birini yüklenirim, diye arzetti. Hazret-i Ömer'den bu cevabı alan Peygamber efendimiz bu sefer de hazret-i Osman'a döndüler ve aynı soruyu Ona sordular. Hazret-i Osman: -Ya Resulallah ben de Ömer'in yaptığı gibi yapamam. Fakat Müslümanların günâhlarının dörtte birini yüklenirim, diye arzettiler. Peygamber efendimiz hazret-i Ömer'in ve hazret-i Osman'ın bu cevaplarından memnun oldular ve teşekkür ettiler. Daha sonra hazret-i Ali'ye döndüler ve aynı suali Ona da sordular. Hazret-i Ali de: -Ya Resulallah, ben Sırat köprüsünün kenarında duracağım. Ümmetinin günâhkârlarının ateşe düşmelerine mani olacağım. Eğer onların durumu çok sıkışırsa, kendimi onlar için feda edip ateşe atacağm, diye arzetti. Resulullah efendimiz, hazret-i Ali'nin bu cevabından memnun olup teşekkür ettiler. Daha sonra Resulullah efendimiz, oradan ayrılıp hazret-i Aişe validemizin yanına gittiler ve Ona da durumu anlattılar ve: -Ya Âişe! Sen mü'minlerin annesisin, annenin çocuklarına şefkatli olması lâzımdır! Peki sen ümmetimin günâhkârları için ne yapacaksın? diye sual ettiler. O anda Resulullah efendimizin mübarek kızları hazret-i Fatıma da orada idi. Bunun için hazret-i Âişe validemiz: -Ya Resulallah, Fâtıma'nın huzurunda bir şey diyemem, diye arzettiler. Hazret-i Fâtıma da: -Ey babacığım, annenin huzurunda, kızın konuşması uygun olmaz, diye cevap verdi. Onun bu cevabı üzerine hazret-i Âişe validemiz: -Ya Fâtıma! Allaha yemin ederim ki, senden önce bu konuda bir şey söyleyemem, dedi. Bunun üzerine hazret-i Fâtıma Peygamber efendimize dönerek: -Ey babacığım, Mîzan'ın kurulacağı yere gelip, ümmetinin hesabını takip etmek için orada duracağım. Ümmetinin günâhları sevaplarından ağır gelirse, oğlum Hasan'ın zehirle kirlenmiş gömleğini onların sevâp kefesine koyacağım. Şâyet sevap kefeleri yine de ağır gelmezse, bu sefer oğlum Hüseyin'in kanla kirlenmiş gömleğini ilave edeceğim, diye arzetti. Hazret-i Fatıma'dan bu cevabı alan Resulullah efendimiz, tekrar hazret-i Âişe validemize dönerek: -Ey mü'minlerin annesi! Sen ne diyorsun, sen ne yapacaksın? diye sual ettiler. Hazret-i Âişe validemiz cevap vermeden odasına girdi ve secdeye kapanıp ağlayarak: "Bu ne haldir yâ Resûlallah!" "Ya Rabbî! Sen, beni mü'minlerin annesi yaptın, kalbime evlât şefkati koydun ve onların sevgisini gönlüme yerleştirdin. Sen bilirsin ki, bir ana, çocuğunun Cehenneme girmesine râzı olamaz. Bunun için onları benimle Cennete gönder! Yoksa beni de onlarla Cehenneme koy!" diye dua etti. Hazret-i Âişe validemizin bu yalvarışının akabinde, Cebrâil aleyhisselâm gelerek Peygamber efendimize: -Bu ne haldir yâ Resûlallah! Allahü teâlâ: "Âişe-i Sıddıka'ya de ki, O'nu, Cehenneme göndermem benim keremime yakışmaz. Çünkü O, Habîb'imin zevcesidir. Çocukları, annelerinden ayırmak da câiz değildir" buyurdu diye bildirdi. Resulullah efendimizin ve Onun Eshabının, mü'minlere karşı şefkati, merhameti işte böyle idi. Peygamber efendimizin ve Onun vârislerinin, bu söz ve nasihatlerini hiçbir zaman unutmamamız ve bu şefkate, bu merhamete layık olmaya çalışmamız lazımdır. Aksi halde, mahrum kalır ve perişan oluruz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.