Güvenme varlığa, düşersin darlığa!

A -
A +

İnsanın başlangıcı bir damla su ve sonu da toprak olup çürüyüp gitmektir. Bunu bilen, idrak eden bir kimsenin, kendisine emanet olarak verilen imkanlara, makama, paraya, güce kuvvete güvenmesi, ahmaklık değil de nedir? Abbasi halifelerinden Hârun Reşîd, Şakîk-i Belhî hazretlerinden nasihat isteyince; Şakîk-i Belhî hazretleri: -Düşün ki çölün ortasında kaldın, susuzluktan ölmek üzeresin. Birisi getirip bir içim su satsa bu suyu kaça alırsın? diye sorar. Halife Hârun Reşîd de; -Ne kadar istiyorsa onu verir, suyu satın alırım cevabını verir. Bunun üzerine Şakîk-i Belhî hazretleri: -Elinde su bulunan kimse, bu suya mukâbil senden servetinin yarısını istese, yine râzı olur musun? diye sorar. Hârun Reşîd de; -Evet râzı olurum cevabını verir. Şakîk-i Belhî hazretleri; -Peki düşün ki servetinin yarısını verip satın aldığın suyu içtin. Bir zaman geçince bu suyu dışarı atmak ihtiyâcını duydun, fakat idrar yapamadın. Öyle ki ölecek hâle geldin. Birisi çıkıp dese ki, ben seni bu sıkıntıdan kurtarırım, lâkin buna mukabil olarak mülkünün öbür yarısını isterim, dese ne yaparsın? diye sorar. Hârun Reşîd de; "Servetimin ne mânâsı var?" -Elbette râzı olurum. Ben o sıkıntıda iken servetimin ne mânâsı var? cevabını verir. Bunun üzerine Şakîk-i Belhî hazretleri: -O halde önce içtiğin sonra idrar yoluyla dışarıya attığın bir içim su kıymetinde bile olmayan şu servetine sakın güvenme. Bir kimseye karşı bununla öğünme, buyurur. Seyyid Ali Hemedânî hazretleri buyuruyor ki: "Biliniz ki dünyâ, kıyâmet çölünün kenarında bir konaktır. Bu konak, insanlar, âlem-i ervâh çölünden kıyâmet sahrasına sefer yapsınlar diye, ezel çölü ile ebed çölü arasına konmuştur. Bu konaktan maksat, âhiret seferi için azık hazırlamak ve bu uzun yolculuk için tedbir ile meşgûl olmaktır. İnsanlar, burada değişik haldedirler. Bâzısı bedenen kuvvetli, mânen zayıf, bâzısı mânen kuvvetli, bedenen zayıftır. Bâzısı her iki bakımdan da kuvvetli, bâzısı da her iki bakımdan da zayıf yaratılmıştır. Güç, kuvvet sâhibi olanlara verilen bu nîmet, Allahü teâlânın bir emânettir. Akıllı olanlar, bu emâneti, ebedî saâdet tohumlarını ekerek sonsuz nîmetleri kazanmakta kullanırlar. Mağrur ve gâfil olanlar ise, kendilerine emanet olarak verilen bu nîmeti, şu birkaç günlük kederli dünyâ hayâtı için harcarlar. Kısa ömrü bu murdar dünyâya âit şeyleri toplamakla zâyi ederler. Uzun âhiret yolculuğu için hazırlanmaktan gâfil olurlar. Böylece din kardeşlerinin de dünyâya ve âhirete âit haklarını unuturlar, yerine getirmezler. Allahü teâlânın emirlerine uymayı elden kaçırırlar. Bu insanlar, dünyânın geçici nîmetlerine dalıp, Allahü teâlâyı unutmaları sebebiyle âhirette Cehennem'e atılacaklar ve kendilerine merhamet edilmeyecektir." Abdülkâdir Deştûtî hazretleri, bir gün Sultan Kayıtbay ile birlikte otururken, elbisesine sinekler konar. Latîfe yoluyla sultâna: -Şu sineklere söyle de, benim üzerimden gitsinler, der. Sultan Kayıtbay; -Efendim! Sinekler benim sözümden ne anlarlar. Ben onlara nasıl anlatabilirim ki! cevabını verir. Bunun üzerine Abdülkâdir Deştûtî hazretleri; -Sen nasıl sultansın ki, sineklere dahi sözün geçmiyor! Bunun için dünya sultanlığına güvenme. Sultanlık, makam olarak her ne kadar yüksek görünüyor ise de, sineklerin bile kendisine itâat etmediği bu sultanlığa sultanlık denir mi? Buna aldanıp gururlanmamak lâzımdır, buyurur. Daha sonra Abdülkâdir Deştûtî hazretleri; "Ey sinekler! Üzerimden ayrılınız" buyurunca sinekler üzerinden çekilip giderler. Bu hâdiseden çok ibret alan Sultan Kayıtbay, hakîkî sultanların bu büyükler olduğunu, onlara tâbi olmakla şereflenen bir çöpçünün, o büyükleri tanımak nasîb olmayan sultanlardan kat kat kıymetli olduğunu daha iyi anlar. "Bin sene yaşadım" Şevâhid-ün-Nübüvve kitâbında, önceki zamanlara ait bir kabrin başında, şöyle yazılı olduğu nakledilmektedir: "Benim adım, Şeddâd bin Âd. İrem Bağları ve imâd sâhibiydim. Bin sene yaşadım. Bin şehir kurdum. Bin kantar altına sâhip oldum. Binlerce askerim vardı. Şarkın ve garbın saltanâtına sâhip oldum. Ne dünyâ bana kaldı, ne de ben dünyâda bâkî kaldım. Benden sonra kimse dünyâya mağrûr olmasın." İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri, İmâm-ı Ebû Yûsuf hazretlerine hitaben; "Dünyâya ve dünyâlığına güvenme. Bulunduğun hale de dayanma. Çünkü Allahü teâlâ, varlığının cümlesinden sana soracaktır" buyurmuştur. Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri buyuruyor ki: "Dünyâ ve dünyâ nîmeti hayaldir. Onun için dünyâ malına, makâmına ve dünyâ hayâtına güvenme. Biz bu dünyâda misâfiriz, yolcuyuz. Sonunda ayrılıp gideceğiz. Sıkıntın varsa üzülme. Bir an sonra ne olacağımız belli değil."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.