İnsan, muhtâç, âciz bir varlıktır...

A -
A +

İnsan demek, muhtâç, âciz demektir. Değil insanlar, her mahlûk yani yaratılan her şey, her ân, her bakımdan Allahü teâlâya muhtâçtır. Allahü teâlâ ise, hiç kimseye muhtâç değildir. Allahü teâlâ, insanları zayıf ve muhtâç yarattı. Giyecek, yiyecek, barınacak, düşmandan korunmak gibi ve dahâ nice şeylere muhtâçtırlar. İnsanın iyiliği, güzelliği, üstünlüğü de, muhtâç olmasından ileri gelmektedir. Zira insan, medenî olmak için yaratılmıştır. İnsan, medenî olabilmesi ve yaşayabilmesi için, başka insanlara muhtâçtır. İnsanın kulluk yapması, gönlü kırık olması, hep bu ihtiyâcındandır. İnsan muhtâç olmasaydı, âsî, taşkın, azgın olurdu. İkrâ sûresindeki âyet-i kerîmede meâlen; (İnsan, ihtiyâçsız olunca, elbette azar!) buyuruldu. İnsanın yaşaması için... Allahü teâlâ, insanın, dünyada yaşayabilmesi için, hava, su ve yiyecekler yaratmıştır. Bunların her biri, insan için ihsân edilmiş, çok büyük nimetlerdir. Mesela havada gaz hâlinde bulunan azot; yumurta akı, ekmek, et gibi cisimlerin yapı maddesidir. Böyle azottan yapılmış maddelere protein denmektedir. Proteinler, protoplazmanın yapı taşı olduğundan, proteinsiz, yani azotsuz yaşanmaz. Yalnız yağ, şeker, nişasta gibi azotsuz gıdâlarla beslenen bir hayvân, yaşayamaz. İnsan, her gün gıdâlardan sekiz gram azot almak mecbûriyetindedir. Lâkin ne insan, ne hayvân ve ne de bitkiler, havadaki azotu alamıyor. Eğer teneffüs ile oksijen gazını alıp kanımıza kattığımız gibi, azot gazını da tutmak hâssası, özelliği, kanımıza bahşedilmiş olsaydı, yeryüzündeki bütün açlık ihtiyâcımız, bir soluma, nefes alma ile temin edilebilecek ve artık aç kimse kalmayacak, milyonlarca canlı, açlık sıkıntısından kurtulacak, açlık dolayısı ile ekmek ve et için insanlar birbirlerine saldırmayacaktı. Bunların hepsi, insanın her gün ciğerlerine giren bin litre azottan, sekiz gram yani yedi litresini uzviyyetine alabilmesi ile olacaktı. Bir azot deryâsı olan hava içinde yaşadığımız ve her gün bin litre azot ciğerlerimize kadar girdiği hâlde, hayâtımıza çok lüzûmlu olan bu azotu, hücrelerimize havadan alamıyoruz. Mahlûkatı sıkan en büyük dertlerden biri açlıktır. Her sene milyonlarca hayvân ve bitki açlık derdinden telef olmaktadır. Bu açlar, bilhâssa pahâlı olan protein maddelerine, yani içinde yüzdükleri azot deryâsına, ciğerlerine kadar girmiş iken, istifâde etmekten âciz oldukları azot maddesine açtır. Bu hâl, insanların aczini göstermeye kıymetli bir misâldir. Kibriyâ yani büyüklük, Allahü teâlânın bir sıfatıdır ve sadece Ona mahsûstur. İnsana büyüklenmek, kibirlenmek değil, kul olduğunu idrak edip alçak gönüllü olmak yaraşır. İnsan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlâ indinde kıymeti o kadar yükselir. Zaten kendine kıymet verenin, Allahü teâlâ katında kıymeti olmaz. Tevâzu sâhibi olabilmek için, insanın dünyâya nereden geldiğini, nereye gideceğini bilmesi lâzımdır. Çünkü insan, hiç yok idi. Önce bir şey yapamayan, hareket edemeyen bir bebek oldu. Şimdi ise, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihâyet ölecek, çürüyecek, toprak olacak ve hayvânlara, böceklere gıdâ olacaktır. İdâm odasına sokulmuş olup, idâm olunacağı zamânı bekleyen kimsenin, ölüm odasında çektiği sıkıntılar gibi dünyâ zindanında, her an ne zamân azâba götürüleceğini beklemektedir. İnsan ölecek, kabir azâbı çekecek, sonra diriltilip kıyâmet sıkıntılarını çekecektir. Cehennemde sonsuz yanmak korkusu içinde yaşayan kimseye kibirlenmek mi yoksa alçak gönüllü olmak mı yakışır? Allahü teâlâ; (Tekebbür edenleri sevmem, tevâzû edenleri severim) buyuruyor. Âciz, elinden hiçbir şey gelmeyen zavallı insana bunlardan hangisini yapmak yakışır? Aklı başında olan, kendini ve Rabbini tanıyan kimse, hiç kibirlenebilir mi? İnsan, aşağılığını, âcizliğini, Rabbine karşı her an izhâr etmek mecbûriyetindedir. Bunun için, her an, her yerde aczini göstermesi, tevâzû üzere bulunması lâzımdır. Sırrîyi Sekatî hazretleri buyuruyor ki: Melekler ona gıpta eder "Mahlûkât içerisinde en âciz ve zayıf olan mahlûk, insandır. Bununla berâber, bu kadar mahlûk arasında, Allahü teâlânın emirlerine, insan kadar isyân edip yüz çeviren mahlûk da yoktur. Eğer insan iyi olursa, melekler ona gıpta eder imrenirler. Eğer kötü olursa, şeytanın bile kendisinden nefret edip, kaçtığı, şerli bir kimse olur. Ne kadar hayret edilir ki, bu kadar zayıf ve âciz olan insanoğlu, kendisine her nîmeti veren, her an varlıkta durduran, yaşatan, kudret ve azamet sâhibi olan Allahü teâlâya karşı gelmekte ve isyân etmektedir." Netice olarak, insan demek, âciz, muhtâç demektir. Zaten kulluğun en güzeli de, kulun, Allahü teâlânın verdiği nimetler karşısında, şükürden aciz olduğunu bilmesidir...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.