Kalbin hasta olmadığına alâmet...

A -
A +

İnsanda, akıl, kalb ve nefis denilen üç kuvvet vardır. Aklın ve nefsin yeri dimâğ yani beyindir. Kalbin yeri yürektir. Akıl, insan için lazım olan bilgileri, meslek, sanat hesâpları, mal sâhibi olmak, âhireti kazanmak yolları gibi şeyleri düşünür. Aklın bu düşünceleri ve insanın bunlara kavuşmak için çalışması câizdir, hattâ çok sevâp olur. Bunların kalbe sirâyet etmeleri zararlıdır. Nefis de, dâimâ harâmları, zararlı şeyleri yapmayı düşünür. Kalbin kendinde ise, hiç düşünce yoktur. Ona, aklın, nefsin, his organlarından dimâğa yani beyne ve dimâğdan kalbe ulaşan harâm şeylerin düşünceleri gelerek hasta yapar. Akıl, insan dimâğı yani beyni vâsıtası ile, his organlarından, şeytândan ve nefisten kalbe gelen arzûları inceleyerek, iyilerini kötülerinden ayıran bir kuvvettir. Kalbin yeri yürektir... Kalb, göğsümüzün sol tarafındaki et parçası demek değildir. Ona yürek denir. Yürek, hayvanda da bulunur. İnsana mahsûs olan kalbe, gönül denmektedir. Kalb, bir kuvvettir, görünmez. Tesîrleri, eserleri ile tanınır. Elektrik cereyânı da görünmüyor. Ampulden geçtiği zamân, rezistans telini ısıtarak, ışık saçtırtığı için, ampulde bulunduğunu anlıyoruz. Hâlbuki, elektrik madde değildir. Bir yer kaplamaz. Kalb denilen kuvvet de, madde değildir, yer kaplamaz. Yürek denilen et parçasında eserleri göründüğü için, kalbin yeri yürektir denmektedir. Akıl, nefsin isteklerini Peygamberlerin iyi dedikleri şeylerden ayırıp, kalbe bildirir, kalb de, aklın bildirdiğini tercîh ederse, nefsin arzûlarını yapmayı irâde etmez yanî beyin vâsıtası ile, hareket organlarına bunu yaptırmaz. Kalb, İslâmiyetin iyi dediklerini seçer, irâde eder ve yaptırırsa, insan saâdete kavuşur. Kalbin, iyiden, kötüden birini seçmesine ve irâde etmesine kesb denir. İnsanın hareket organları, dimâğına yani beynine, dimâğ da kalbine tâbidir. Dolayısı ile bu organlar, kalbin emrine uygun hareket ederler. Zira kalb, beyin vâsıtası ile his organlarından ve rûh vâsıtası ile Allahü teâlâ tarafından ve akıldan, melekten, hâfızadan, nefisten ve şeytândan gelen tesîrlerin toplandığı bir merkezdir. Kalb, akla uyarsa, nefsin yaratılmış olması, insanların sonsuz nimetlere kavuşmalarına mâni olmaz. Kalbin nefse aldanmaması, ona uymaması, nefis ile Cihâd-ı ekber olur. Bu sebeple nefis, insanların cihâd sevâbına kavuşmalarına, meleklerden üstün olmalarına sebep olmaktadır. Kalbin hasta olması, nefse uyarak harâmları beğenmesi, bunlara düşkün olması, Allahü teâlânın sevdiklerinden başka şeylerin sevgisinin, kalbde bulunması, onlara gönül vermesi demektir. Halbuki Müslümân, Allahü teâlâyı çok sevdiği için, Onun sevdiklerini de çok sever. Bu sevgiye, Hubb-i fillah denir ki, ibâdetlerin en kıymetlisidir. Hadis-i şerifte; (İbâdetlerin en kıymetlisi, hubb-i fillah ve buğd-i fillahdır) buyurulmuştur. Hubb-i fillah ve buğd-i fillah, Allahü teâlanın sevdiklerini sevmek ve sevmediklerini sevmemek demektir. Muhammed Pârisâ hazretleri buyuruyor ki: "İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran perdelerin en zararlısı, kalbin kararması, hasta olması, yani dünyâ sevgisinin kalbe yerleşmesidir. Bu sevgi, kötü arkadaşlardan ve lüzûmsuz şeyler seyretmekten hâsıl olur. Çok uğraşarak, bunları kalbden çıkarmalıdır. Faydasız kitaplar okumak, lüzûmsuz şeyler konuşmak ve seyretmek, bu sevgiyi artırır, kalbde yerleştirir. Bunların hepsi, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Kalbin hasta olması, Allahü teâlâyı unutmasıdır." Kalbin yalnız Allahü teâlâyı sevmesine kalbin tasfiyesi veya kalbin itmînânı denir. Kalbin itmînâna kavuşması, ancak Allahü teâlâyı çok hâtırlamakla, büyüklüğünü, nimetlerini düşünmekle olacağını, Ra'd sûresinin 28. âyeti bildirmektedir. Kalbin hasta olması, İslâmiyetin emirlerinin tadını duymaması, yasak ettiklerinden zevk alması, kısacası Peygamberlerin getirdikleri bilgilere, tâm inanmaması demektir. Abdullah Mürteiş hazretleri; "Kalbin, Allahü teâlâdan ve O'nun dostlarından başkasına meyletmesi, o kalbin hasta olduğuna işârettir" buyurmuştur. Allah için sevmek... Zünnûn-i Mısrî hazretleri de buyuruyor ki: "Kalbin hasta olmasının alâmeti dörttür: Birincisi; ibâdetten tad, haz almaz. İkincisi; Allahü teâlâdan korkmaz. Üçüncüsü; eşyâya, mahlûkâta ibret gözüyle bakmaz. Dördüncüsü; dinlediği ilim ve nasîhatten istifâde etmez." Netice olarak, kalbde hastalık olmadığının alâmeti, o kalbde, hubb-i fillah ve buğd-i fillahın yani Allah için sevmenin ve sevmemenin bulunmasıdır. Hadîs-i şerîfte; (Üç şey îmânın lezzetini artırır: Allahü teâlâyı ve Resûlünü her şeyden çok sevmek, kendisini sevmeyen Müslümânı Allah rızâsı için sevmek, Allahü teâlânın düşmanlarını sevmemek) buyuruldu.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.