Rasmussen Krizi'nin kısa hikayesi

A -
A +
Rasmussen Krizi'nin kısa hikayesiNATO Genel Sekreterliği konusunda Rasmussen'in en büyük destekçisi Almanya Başbakanı Merkel'di. Fransa'nın Strasbourg ve Almanya'nın Kehl şehirlerinde düzenlenen NATO Zirvesi'nin ikinci gününde (4 Nisan 2009) Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen'in Genel Sekreterliği kesinleşmeden saatler önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan G-20 toplantısı için bulunduğu Londra'da şu açıklamayı yapıyordu: "NATO Genel Sekreterliği konusunda biz görüşümüzü açıkladık. Biz NATO'nun güç kaybetmemesini istiyoruz. Benim ülkemdeki terör örgütünün yayın organı Danimarka'dan yayın yapıyor. 4 yıl önce söyledim, alın size belgeler bilgiler dememize rağmen bunu durduramamıştır veya durdurmamıştır. Hiçbir netice alamadık. Nasıl bu barışı güvence altına olmuş olacak. Karikatür krizi yaşadık. Bu sıkıntılı durumu nasıl aşacağız bunları konuşun dedik. Yine olumlu yaklaşılmadı. Barış sürecine katkısı olamayanlar bundan sonra nasıl olacak? Doğrusu benim kişisel kanaatimi söylüyorum olumsuz bakıyorum bu olaya." Aslında bu cümlelerden anlaşıldığı gibi, Başbakan Erdoğan'ın Rasmussen'in NATO Genel Sekreterliği görevine getirilişine karşı çıkışının sebebi, "görünen köy kılavuz istemez" atasözüyle ifade edilebilirdi. Yani, Rasmussen'in Genel Sekreter olması halinde nasıl bir yönetim sergileyeceğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yoktu. ERDOĞAN'IN HAKLI TEPKİSİ Soruyordu Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı: Türkiye'ye, yani bir NATO müttefikine yönelik terör eylemleri yürüten PKK ile ilgili olarak geçmişteki tavrı ortada bulunan bir kişi nasıl olacak da, 11 Eylül 2001'den sonra "küresel terörle mücadeleyi" öncelikli alanları arasına alan bir teşkilata Genel Sekreter olacak? Nasıl olacak da, İslam Peygamberini küçümseyen yayınlarla yeterince mücadele etmediği için dünyanın dört bir yanından Müslüman toplumlarının tepkisini çeken, üstelik kendisine önerilen ılımlı çözüm yollarını da elinin tersiyle iten biri, en önemli operasyonunu Afganistan'da yürütmekte olan NATO'nun bir numaralı ismi olacak? Üstelik Başbakan bu görüşlerini sadece kamuoyu önünde dile getirmiyordu. Bizzat Rasmusen'e de doğrudan söylüyordu. 27 Mart'ta katıldığı bir televizyon programında Başbakan Erdoğan, Rasmussen'le yaptığı telefon konuşmasını şöyle aktarıyordu: "Sayın Rasmussen karikatür kriziyle ilgili o zaman Müslüman ülkelerin büyükelçileriyle buluşmanızı önermiştim. Ama bu konuda olumlu adım atmadınız? Roj TV konusunu Kopenhag'a yaptığım ziyaret sırasında gündeme getirdim. Bizlere o zaman Danimarka yasalarını gündeme getirdiniz. Bizim elimizde sağlam belgeler vardı. Biz Roj TV ile ilgili gerekli bilgileri sizlere göndermemize rağmen hâlâ 4 yıl oldu bunu sonuçlandırmadınız. Ben sizin NATO Genel Sekreterliğinizi halkıma anlatamam. Sizin bu konuda yıpranmanızı istemiyorum.'' Erdoğan'ın tepkisi son derece haklıydı. Muhatabına tüm açıklığıyla neden Genel Sekreter olmasına karşı çıktığını söylüyor ve "Bunu halkıma anlatamam" diyordu. Nitekim aralarında Almanya'nın ünlü Die Zeit gazetesinin de bulunduğu bazı Avrupa yayın organları, "Rasmussen'in genel sekreterlik için aday olmasının yanlış olduğunu, Türkiye'nin tek başına bu yanlışı düzeltmeye çalıştığını" yazdılar. Başbakan Erdoğan 3 Nisan akşamı yurda döndüğünde de, Londra'daki tavrında herhangi bir değişiklik söz konusu değildi. Bakınız ne diyordu Başbakan Erdoğan: "Bunda İslam dünyasının rahatsızlığı var. Onlar bu konuyla ilgili yaklaşımlarını söylüyorlar. Diyoruz ki, bir kişi üzerinde niye tıkanıyoruz. Bunun dışında alternatifler yok mu? Bunların üzerinde oturalım konuşalım. Daha uygun, bu işi çözüme kavuşturabilecek bir başka ismi bulalım istiyoruz. Yoksa sorunumuz Rasmusen'in şahsı ile değil veya Danimarka'nın kendisi değil. Bizim bu noktada herhangi bir derdimiz yok. Tek derdimiz NATO'nun yıpratılmaması". Peki ne oldu da, bu kadar kararlı ve kesin bir tavır takınan Başbakan Erdoğan, sadece bir gün sonra Rasmussen'in Genel Sekreterlik görevinin kesinleşmesinin ardından şunları söyledi: "Sayın Obama ile görüştük. Bugün (4 Nisan 2009) sabahtan itibaren liderlerle görüşlerim oldu. Cumhurbaşkanımızla sürekli görüşme halinde olduk. Son gelinen noktada çekincelerimizin Sayın Obama'nın garantörlüğünde çözüldüğüne yönelik bize bilgiler gelmesi üzerine Sayın Cumhurbaşkanımız da kendilerine bu noktadaki olurumuzu verdiler. Böylece bu adım atılmış oldu. Temennimiz odur ki, verilmiş olan bu garantiler yerine getirilir." Bu açıklamadan, Türkiye'nin özellikle ABD Başkanı Obama'nın garantörlüğüne itimat ettiği sonucunu çıkartmak mümkün. Fakat, geçmişteki davranışlarıyla Danimarka'nın İslam ülkelerindeki imajını olumsuz yönde etkileyen Rasmussen'in, NATO'nun imajına olumlu katkı sağlamasının garantisinin Başkan Obama tarafından nasıl verilebildiğini anlamak mümkün değil. NATO'nun yüzyüze olduğu zorlukların ve önemli sorumluluklarının farkında olan herkesin takdir ettiği haklı gerekçeler ileri sürerek Rasmussen'e "Ben sizin genel sekreterliğinizi halkıma anlatamam" diyen ve "tek derdimiz NATO'nun yıpratılmaması" ifadesini kullanan Başbakan Erdoğan, Rasmussen Genel Sekreter olduktan sonra ise şunları söylüyordu: "Ben Başbakan olarak ülkemin bana yüklediği sorumluluğun gereğini yerine getirmek zorundayım. Onu yerine getirdim. Türkiye olarak burada bizim katkımız ne olur, bunları ortaya koyduk. Katkımızı yaparken bize de tüm üye ülkelerin gerekli anlayışı göstermeleri gerekir. Attığımız adım budur. NATO'nun yıpranmaması için üzerimize düşeni yaptık." TÜRKİYE'NİN KAZANIMLARI Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Erdoğan'ın Zirve sonrasında yaptıkları açıklamalar çerçevesinde Türk medyası, Türkiye'nin vetosunu kaldırması karşılığında elde edilenleri şöyle sıraladı: NATO Genel Sekreter Yardımcılarından biri ve NATO'nun Afganistan sivil temsilcisi Türk olacak; Roj TV kapatılacak; Rasmussen Medeniyetler İttifakı Zirvesi'ne katılıp özür dileyecek. İşte Rasmussen krizinin kısa hikayesi bu. Türkiye'ye, "Obama'nın garantörlüğünde" verilen sözlerin tutulup tutulmayacağını yakında göreceğiz. Türkiye'nin ve NATO'nun gündemini bu kriz işgal etmişken, Fransa sessiz sedasız İttifak'ın askeri kanadına dönüverdi. Olsun. Bu kriz bir kez daha gösterdi ki, söz konusu olan eğer halkımızın çok da fazla ilgiyle ve bilgiyle izlemediği dış politikaysa, "kendilerine açıklanamayacak" hiçbir konu yoktur.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.