Sarkozy'nin nedir bu Türkiye ile alıp veremediği?

A -
A +
Sarkozy'nin nedir bu Türkiye ile alıp veremediği? Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy geçen hafta bir Alman gazetesine verdiği demeçte "Türkiye asla Avrupa Birliği (AB) üyesi olamaz" diyerek, bir kez daha Türk halkının tepkisini çekmeyi başardı! Sarkozy'ye göre, Türkiye, ancak Rusya ile birlikte AB'nin çok sıkı ilişkiler geliştireceği ülkeler grubu içinde yer alabilir ama asla "eşit üye" olamaz. Sarkozy bu türden açıklamaları ilk kez yapmıyor. Daha Jacques Chirac'ın kabinesinde içişleri bakanıyken, doğrudan Türkiye'yi ve daha geniş bir şekilde de Avrupa'daki Müslümanları hedef alan cümleler sarf etmiş, "yabancı düşmanlığı" ve "ırkçılık" yapmakla itham edilmişti. Eleştirilere rağmen çizgisinden sapmayan Sarkozy, cumhurbaşkanlığı adaylığı sırasında da, Türkiye'nin AB üyesi değil, Kuzey Afrika ülkeleriyle birlikte Akdeniz İttifakı'nın bir parçası olması gerektiğini vurgulamıştı. MUHALİFLERİN BAŞAKTÖRÜ Her ne kadar, Sarkozy'nin kafasındaki Akdeniz İttifakı, bilhassa İskandinav ülkelerinin karşı çıkışı sebebiyle, planladığından çok farklı bir mimariyle, bir anlamda 1996'da başlatılan Barcelona Süreci'nin devamı olan "Akdeniz İçin Birlik" adıyla hayat bulsa da, Fransa Cumhurbaşkanı Türkiye'yi AB'nin kapısının dışında bırakma iradesini açıkça ortaya koymaktan bir an olsun taviz vermedi. Ekonomik ve parasal birlikle ilgili beş müzakere faslının Türkiye'ye kapalı tutulmasını sağlayan Sarkozy, Aralık 2006'da AB Konseyi'nin aldığı, "Türk limanları ve havaalanları Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bandıralı gemilere ve uçaklara açılana kadar, sekiz müzakere faslının açılmamasını ve diğer tüm fasılların da geçici olarak kapanmamasını" öngören kararın da baş aktörü oldu. Peki neden? Sarkozy'nin Türkiye ile alıp veremediği ne var? Aslında Sarkozy'nin, Fransa Cumhurbaşkanı olduktan sonra takip ettiği dış siyaseti üç düzeyde ele almak lazım. Avrupa sistemi açısından bakıldığında Sarkozy, AB'nin 1950'lerin sonunda olduğu gibi Fransa-Almanya ekseninde yön almasını arzu ediyor. Almanya Şansölyesi Angela Merkel'le bu çizgide anlaşan Sarkozy, Atlantik ötesi temaslarında, Chirac kadar "dışlayıcı" olmasa da, ABD'nin AB üzerindeki tesirini azaltacak bir politika takip ediyor. Böyle olunca da, ABD'nin yeni bir "Truva Atı" olarak değerlendirdiği Türkiye'nin dışarıda kalmasını istiyor. Diğer taraftan Sarkozy, 2004 ve 2007'de AB'ye üye kabul edilen 12 devletin bütünleşme sürecine getirdiği büyük mali ve sosyal yük aşılmamış hatta küresel ekonomik buhranın etkisiyle daha da derinleşmişken, Türkiye gibi büyük bir ülkenin genişleme programında yer almasının doğru olmadığını düşünüyor. NET BİR TAVIR İSTİYOR Fransa'nın Türkiye'ye yaklaşımı ulusal düzeyde analiz edildiğinde ise, bu ülkede 1990'ların ortalarından itibaren hızla yükselen milliyetçiliği siyasi açıdan kullanmak isteyen Sarkozy'nin, büyük ölçüde popülizme kaçan hatta hamaset yüklü bir duruş sergilediği görülüyor. Sarkozy bir yandan, İkinci Dünya Savaşı sonrasında sömürge imparatorluğunu kaybetmiş, küresel siyaset arenasında küme düşen, büyük devlet oluşu sadece BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeliğiyle ilişkilendirilebilecek, ekonomisi kötüye giden Fransa halkına, sanki dünya bu ülkenin etrafında dönüyormuşçasına üst perdeden mesajlar iletiyor, bir yandan da, zaten yeni AB üyesi olmuş ülkelerden gelebilecek bir göç dalgasından tedirginlik duyan ve biraz da bu yüzden Türkiye'nin üyeliğine karşı olanlara, "merak etmeyin. Türkiye asla bu kapıdan giremeyecek" sözü veriyor. Üçüncü olarak, meseleye bireysel düzeyde bakıldığında ise, Sarkozy'nin kişiliğinin bu yaklaşımda belirleyici bir rol oynadığı görülüyor. Ailesi sadece iki kuşak evvel Katolik ve Fransız vatandaşı olan Sarkozy, her fırsatta, kendi "Fransızlığını" vurgulayan, AB bütünleşmesinde ise Hıristiyan köklerin önemine vurgu yapan sözler sarf ediyor. AB'yi, AB yapan değerlerin, farklı kültürlerin, uyum içinde bir arada yaşamasından ziyade, üye ülkelerin Hıristiyanlık ortak paydasında buluşmuş olmalarından doğduğuna vurgu yapan "Kültürcü" ekole mensup sayılabilecek Sarkozy, bu yönüyle Türkiye'nin muhtemel üyeliğiyle AB'nin kazanacağı stratejik üstünlüğü bir kenara itebiliyor. Fransa'da bugün bile, hem en çok sevilen, hem de en çok nefret edilen tarihsel şahsiyetler sıralamalarında hep üst sıralarda yer alan Napoleon Bonaparte ve General Charles de Gaulle'ün, imaj danışmanlığı şirketlerinin laboratuvarlarında üretilmiş sun'i bir karışımı olduğu intibaını uyandıran Sarkozy, bazen Napoleon kadar pervasız ve muhteris, bazen de Gaulle kadar inatçı ve cüretkâr olabiliyor. Türkiye'nin, Avrupa'nın "ötekisi" olarak takdim edilmesinin AB'nin uzun vadeli hedefleri açısından fayda sağlamayacağının farkında olan çok sayıda devlet adamı tarafından desteklenmese de, Sarkozy'nin tahammül sınırlarının ötesine geçmeye başlayan bu Türkiye karşıtlığına artık çok net bir tavır sergilenmesinin zamanı geldi.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.