Avrupa'da güvenliği KİM sağlayacak?

A -
A +
Avrupa'da güvenliği KİM sağlayacak?

Bugün NATO'nun 28 üyesinden 21'i aynı zamanda AB'ye üye. Ancak NATO'nun altyapısını, imkân ve kabiliyetlerini, stratejik nakliye kapasitesini kullanmadan AB'nin, dünyanın herhangi bir yerinde bir askerî operasyonu, başından sonuna planlayıp, yürütmesi sadece bir hayalden ibaret. Lizbon Antlaşması'nın yürürlüğe girmesiyle ilgili problemlerin tamamen ortadan kalkmasıyla birlikte, Avrupa Birliği'nin (AB) güvenlik ve savunma konularında eskiye nazaran çok daha faal olması konusu giderek daha fazla gündeme gelmeye başladı. İlk bakışta, 27 Avrupa ülkesinin bir araya gelmesiyle teşekkül eden bu teşkilatın, ekonomik ve siyasi konularda olduğu gibi güvenlik ve savunma konularında da önemli bir güç haline gelmesinin gayet tabii olduğu düşünülebilir. Fakat konu o kadar basit değil. Zira AB'nin askerî konularda daha yoğun çalışmaya dönük hevesi, 1949'dan bu yana Avrupa ve Atlantik güvenliğinin sağlanmasında temel organ olma fonksiyonunu icra eden NATO ile AB arasında yavaş yavaş su yüzüne çıkan ciddi bir gerginliğe de yol açıyor. ASKERİ BİR CÜCE Bugün 28 üyesi bulunan NATO'nun 21 üyesi aynı zamanda AB'ye üye. Bu da teorik olarak AB'nin NATO karar alma süreçlerindeki ve operasyonlarındaki ağırlığını artırıyor. Teorik olarak diyorum, çünkü pratiğe bakıldığında, genel bütçe içinden savunmaya ayırdıkları pay ve niteliksel/niceliksel açılardan kuvvet yapılanmaları AB ülkelerinin Avrupa kıtasının savunulmasında yeterli olmadıklarını ortaya koyuyor. NATO içinde ABD ve Türkiye gibi ülkelerin askerî katkısı olmadığı sürece, AB ülkelerinin kendi yakın çevrelerinde birtakım sivil operasyonlar ve polis faaliyetleri düzenlemelerinin dışında bir etkinliklerinin bugün için gerçekleşme imkanı çok zayıf. NATO'nun altyapısını, imkan ve kabiliyetlerini, stratejik nakliye kapasitesini kullanmadan AB'nin, dünyanın herhangi bir yerinde bir askerî operasyonu, başından sonuna planlayıp, yürütmesi sadece bir hayalden ibaret. Bir başka deyişle, AB dünyanın en önemli ekonomik devlerinden olmasına rağmen, askerî bir cüce olarak kalmaya devam ediyor. ISRARDAKİ 4 SEBEP Hal böyle iken, AB ülkelerinden artan sayıda devlet adamının, akademisyenin ve kanaat önderinin "Avrupa güvenliğini AB üstlenmelidir" şeklindeki ısrarını herhalde en az 4 sebeple açıklamak mümkün: Birincisi, Avrupalılar AB'nin siyasi bütünleşmesinin ancak askerî alanda da bütünleşmenin gerçekleştirilmesiyle mümkün olabileceğini düşünmeleri. Bunda da haksız değiller. Orta vadede, uluslararası alanda bir devletler hukuk ögesi olmayı hedefleyen AB'nin, tarihte şimdiye kadar rastlanmayan ölçüde bir uluslarüstü (supranasyonel) entegrasyonu tam manasıyla gerçekleştirebilmesi için, birbiriyle çelişmeyen dış politikaları olan, savunma konularında birbirleriyle uyum içinde çalışan ülkelerin birlikteliğine dönüşmesi gerekiyor. İşte bu hedefe matuf olarak, askerî alanda daha fazla koordinasyonu, ABD'nin ve genel olarak NATO'nun katkısı olmadan, kendi başlarına temin edebilmeye çalışıyorlar. Savunma alanındaki daha güçlü bir iş birliğinin, siyasal bütünleşmenin tamamlanmasını kolaylaştıracağını hesap ediyorlar. TEK TARAFLI ABD POLİTİKASI İkincisi, bilhassa George Bush döneminde ABD'nin izlediği tek taraflı askerî politikaların Avrupalıların büyük bölümünde endişeye sebep olması. 2003'teki Irak saldırısı sırasında AB ülkelerinin çoğunda ortaya çıkan ABD karşıtlığı, aradan geçen 6 yıla ve Barack Obama'nın başkanlık koltuğuna oturduktan sonra yaptığı "çok taraflılık" vurgularına rağmen tamamen ortadan kalkmış değil. AB kendisine has "yumuşak güç" unsurlarını kullanmak suretiyle, kendisine dönük tehditleri, ABD'nin geleneksel askerî güç kullanımıyla gerçekleştirebildiğinden çok daha etkin bir şekilde bertaraf edebileceğini düşünüyor. Sivrisineklerle mücadele ederken, bataklığı kurutmayı unutmamak gerektiği, AB güvenlik stratejisinin özünü oluşturuyor. Elbette, bataklığı kurutabilmek için ihtiyaç duyulan maddi imkanların büyüklüğü, AB'nin bu kulağa hoş gelen stratejisinin başarı oranını sorguya açık hale getiriyor. Yine de, AB kamuoylarında varlığını devam ettiren ABD karşıtlığını dikkate almak zorunda olan AB ülkelerinin hükümetleri, ABD'nin müdahalesinin asgariye indirildiği yepyeni bir Avrupa güvenlik modeline sempatiyle yaklaşıyorlar. Üçüncüsü, Avrupa ülkelerindeki savunma sanayi firmalarının baskıları. Modern ekonomilerin en önemli iticilerinden biri haline gelen savunma sanayinin ne büyük bir güce sahip olduğunu anlayabilmek için ABD'deki askerî-endüstriyel kompleksin ABD iç ve dış siyasetindeki etkinliğine şöyle bir göz atmak yeterlidir. ABD savunma sanayi firmaları, kurulduğu günden bu yana NATO'nun ve dolayısıyla NATO üyesi ülkelerin ordularının ana silah ve mühimmat tedarikçisi durumundadır. Halbuki özellikle son 20 yıldır Avrupa'daki bazı savunma sanayi firmaları da ciddi atılım içindedirler. Bu firmalar, Amerikalı rakiplerinin NATO'yu kullanmak suretiyle Avrupa ordularının savunma alımları üzerinde tesis etmiş oldukları tekeli kırma niyetindeler. Bunun ise ancak, AB'nin savunma konularına, ABD olmadan eğilebileceği yeni bir yapılanmayla mümkün olabileceğinin farkındalar. Böyle olunca da Avrupa'da palazlanmakta olan askerî-endüstriyel kompleks Avrupalı siyasetçiler üzerindeki baskılarını giderek artırıyor. Buna paralel olarak -tıpkı Amerikalı rakiplerinin yaptığı gibi- Avrupalı savunma sanayicileri de, think tankler (düşünce kuruluşu) ve yayın organları üzerinden "Avrupa savunması Avrupalılara ait olmalıdır" düşüncesini "pompalıyorlar". AVRUPA YALNIZ KALIR MI? Dördüncüsü, ABD'nin bir gün Avrupa'dan elini eteğini tamamen çekebileceği endişesi. AB ülkelerindeki savunma uzmanlarının bir kısmı, ekonomik ve iç siyasi sebeplerle ABD'nin bir süre sonra, İkinci Dünya Savaşı'ndan önce olduğu gibi, kendi kıtasına çekilebileceğini, yani izolasyonizm (yalnızcılık/infirat) politikasına geri dönebileceğini düşünüyor. Dolayısıyla bu uzmanlar, ABD "gitmeden" önce Avrupa'nın kendi savunma kapasitesini artırmasının gerekli olduğunu belirtiyorlar. Bütün bu sebepleri bir araya getirdiğimizde, AB ülkelerinin önümüzdeki yıllarda NATO'nun dışındaki savunma faaliyetlerinde bir artış gözlenebileceği yorumunu ister istemez yapıyoruz. Bu ise NATO'nun ikinci büyük askerî gücü olmakla birlikte AB üyesi olmayan Türkiye'yi de yakından ilgilendiren gelişmelerin yaşanmasına sebep olacaktır. Türkiye, NATO'nun Avrupa ve Atlantik alanındaki güvenliğin temininde ana unsur olmaya devam etmesi için gerekli çalışmaları yürütmenin ötesinde, NATO'nun küresel güvenlik örgütüne dönüştürülmesine yönelik çalışmaların da içinde aktif şekilde yer almalıdır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.