2009 yılında Türk dış politikası

A -
A +
2009 yılında Türk dış politikası"Komşularla sıfır sorun", "yumuşak güç", "ritmik dış politika" gibi kavramlar Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun Dışişleri Bakanlığı görevine getirilmesinden sonra daha fazla konuşulur hale geldi. Daha önceki yıllarla mukayese edildiğinde 2009 yılının Türk dış politikası açısından önemli gündem maddelerinin sıralamasında önemli değişiklikler oldu. "Komşularla sıfır sorun", "yumuşak güç", "ritmik dış politika" gibi kavramlar Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun dışişleri bakanı olmasıyla daha fazla konuşulur hale geldi. Yani 2009'da dış politikamızın hem konu yelpazesi hem de kavramsal çerçevesi epeyce renklendi. 1999'da Türkiye'nin aday ülke ilan edilmesinden sonra 10 yıl boyunca Türkiye'nin değişmez dış politika önceliklerinden olan Avrupa Birliği ile ilişkiler konusu, son iki yıldır sürdürdüğü düşüş eğilimini 2009'da da devam ettirerek, ön sıralarda bir mevzu olmaktan çıktı. Her ne kadar yıl içinde Avrupa Birliği ile İlişkilerden Sorumlu Devlet Bakanlığı koltuğuna oturan Egemen Bağış yıl boyunca sergilediği üstün performansla Türkiye'nin AB yolunu açmaya çalışmışsa da, mevcut tıkanıklığı aşmaya ne Bağış'ın çabaları ne de Türkiye'nin topyekûn bir AB seferberliğine yeniden girişi başlaması olabilir. AB YOLUNDAKİ SIKINTILAR AB'de yaşanmakta olan genişleme ve derinleşme yorgunlukları aşılmadıkça, Avrupalılığı kültürel ve dinsel ögeler üstünden tanımlayan sorumsuz Avrupalı liderler koltuklarını aklıselim sahibi siyasetçilere bırakmadıkça 2010'da AB ile ilişkilerde ancak bir arpa boyu yol ilerlenebilir. Ya İspanya'nın ya da yılın ikinci yarısında Belçika'nın dönem başkanlıkları sırasında "Gıda Güvenliği" fasılı müzakerelere açılır. Onun dışında bir ilerleme sürpriz olur. Muhtemelen Brüksel'deki AB nezdindeki daimi temsilciliğimiz -neredeyse hiç açılacak fasıl kalmadığından ve açılan tüm fasılların geçici kapanması ise Kıbrıs şartına bağlı olduğundan- 2010'da şimdiye kadarki en hafif iş yüküne sahip olacak. Herhalde bu yıl daha çok Brüksel'de yeni alınan büyük Temsilcilik binamızın tefrişi işleriyle meşgul olurlar. AB ile ilişkilerin teselli kabilinden bir-iki fasıl açılışına indirgendiği bu dönemde başka alanlarla olan ilişkilerimizde bir yoğunlaşmaya şahit olduk. Bazı sığ analizlerde, hiç hak etmediği şekilde "Türk dış politikasında eksen kayması" olarak nitelendirilen bu yoğunlaşma esasen 1990'ların başından beri Türkiye'nin dönem dönem gerçekleştirmeye çalıştığı çok yönlü dış politika manevrasından başka bir şey değildi. Bu çok yönlülük arayışını, "Batı'dan uzaklaşma" olarak yorumlayıp, Türkiye'nin çağdaşlaşma hedefinden koptuğunu söylemek ne kadar yanlışsa, Suriye, Arnavutluk, Ürdün, Libya gibi ülkelerle karşılıklı olarak vize uygulamasına son vermeyi Türkiye'nin itibarının süratle yükseldiği şeklinde yorumlamak da o kadar yanlıştır. Türkiye elbette, 2009 boyunca yaptığı gibi, yakın ve orta mesafedeki komşularıyla sorunlarını çözme yönünde gayret göstermeye devam etmelidir. Ama Ermenistan sınır kapısının açılması ve bu ülkeyle diplomatik ilişkiler kurulmasına ilişkin protokollerin nasıl işlevsiz kaldığı örneğinde de görüldüğü gibi, dış politika tabiatı itibarıyla çok bilinmeyenli bir denklem hüviyetindedir. AZERBAYCAN'LA İLİŞKİLER Bir "sorunlu komşu" ile problemlerimizi çözelim derken, "ezeli ve ebedi dost komşumuz" Azerbaycan ile ilişkilerimizi zedelemek ne kadar yararlıdır? Peki, önce protokolleri imzalayıp, ardından bunların onaylanmasını "Karabağ'dan Ermeni kuvvetlerinin çekilmesine" endekslemek bir takdim tehir değil midir? Evvela bu yönde bir söz alınıp, ardından protokollerin imzalanması icap etmez miydi? İmzalanan protokollerin onaylanmaması, tıpkı 2005 Temmuzunda imzaladığımız ve hâlâ onaylamadığımız "Ankara Anlaşması'nın AB'ye yeni katılan ülkelere de uygulanması" protokolü örneğinde olduğu gibi hiç de istemediğimiz bir inandırıcılık bunalımı doğurmuyor mu? "GÜVENİLİR ARABULUCU" Benzer şekilde, Gazze'yi hedef alan insanlık dışı saldırılardan sonra İsrail'le ilişkilerimizde 2009 yılı boyunca yaşanan geriye gidişin beraberinde Suriye ile ilişkilerimizin müşterek bakanlar kurulu toplantıları ve ortak askerî tatbikat planları yapılması dâhil çok üst düzeye tırmanması, Türkiye'nin Orta Doğu'daki "güvenilir arabulucu" rolünü acaba olumlu mu, olumsuz mu yönde etkilemiştir? Uluslararası İlişkilerin "gayya kuyusu" diye haklı bir nama sahip Orta Doğu'da yaklaşık yarım yüzyıldır takip edilen denge politikasının Türkiye'ye haklı bir itibar kazandırdığını akıldan çıkartmamak icap eder. Akıldan çıkarılmaması icap eden bir başka şey de, "kolaylaştırıcı rol" ile "arabuluculuğun" aynı şey olmadığıdır. Türkiye çağdaş demokrasisi, ekonomisi, kalifiye insan gücü, askeri gücü ve başta NATO olmak üzere Batılı kurumlardaki şahsiyetli varlığı yüzünden Orta Doğu halklarının ve ister istemez yönetimlerinin gıpta ettiği bir ülkedir; Orta Doğu'lu olduğu için değil. 2009'da bu bölgeye dönük olarak izlenen siyasetin, 2010'da ince bir balans ayarına ihtiyaç duyacağı aşikârdır. Arap dünyasıyla ticari, kültürel ve sosyal ilişkilerimizi olabildiğince geliştirirken, herhalde bölge ülkelerinin tümüyle daha dengeli bir siyasi ilişkiler ağı kurmaya çalışmakta yarar vardır. "BÜYÜK AĞABEY" İMAJIMIZ Türk dünyası -Azerbaycan'la yaşanan ve maalesef tamamen giderilemeyen gerilim dışında- 2009'da neredeyse Türk dış politikasının "kapsama alanı dışında" kalmıştır. Orta Asya'da 1990'lardan beri var edilen "büyük ağabey" imajımız solmaya yüz tutmuştur. Bölge ülkeleri bir yandan Putin sonrasında da etkinliğini artırmaya devam eden Rusya'nın, diğer yandan da bölgeye sürat ve cüretle sızan Çin'in olağanüstü etkisi altına girmiştir. 2010'da bu iki ülkenin Orta Asya'daki nüfuz alanlarını daha da artıracaklarını gösteren emareler vardır. Türkiye 2010'da "komşularla sıfır sorun" kadar "soydaş ve akraba Türk ülkeleriyle stratejik iş birliği" konseptine de hak ettiği önemi vermelidir. Rusya'yla 2009 boyunca başta enerji alanı olmak üzere yükselişe geçen ikili ilişkilerimizin 2010'da da aynı ivmeyle devam edeceği gözükmektedir. Bununla birlikte, ABD'nin Çek Cumhuriyeti ve Polonya'ya yerleştirmekten vazgeçtiği füzelerin, bu kez bir NATO projesiymiş gibi yeni bir ambalaja sokularak Türkiye'ye yerleştirilmeye çalışılması "kuzeydeki büyük komşumuz" tarafından yakından izlenmektedir. Obama'nın Türkiye'ye gelmesiyle "yeni bir evreye" girdiği ifade edilen Türk-Amerikan ilişkilerindeki durağanlık, Başbakan'ın yıl sonunda Washington'a gerçekleştirdiği ziyarete rağmen tam olarak giderilememiştir. "Model Ortaklık" tabirinin bir iyi niyet beyanı olmadığının gösterilmesi ancak bu kutunun içinin doldurulmasıyla mümkün olabilir. 2010 belki de bu yönde çabalara sahne olacaktır. DOSTLARI KAYBETMEMEK Diğer yandan, 2009'da ABD'yle ilişkilerimizde ortaya çıkan ilginç bir durum, yeni Amerikan yönetiminin Türkiye'den taleplerinin ağırlıklı olarak, AB'nin katılım ortaklığı belgelerinde ve ilerleme raporlarında yer alanlarla benzerlik gösteren, iç politikamıza dair talepler olmasıdır. Washington, ikinci bir AB'ymişçesine Heybeliada Ruhban Okulunun açılması, demokratikleşme, gayrimüslimlerin haklarının korunması gibi hususlara, daha önce olmadığı kadar ağırlık vermiştir. Son olarak, ikili ilişkilerimizi yıllardır zehirleyen "Ermeni iddiaları" henüz ABD'nin gündeminden çıkmış değildir. 24 Nisan yaklaştıkça, koro halinde tüm dış politika yazarlarımız yine "acaba Başkan soykırım diyecek mi, demeyecek mi?" nakaratını -yıllardır olduğu gibi- yine terennüm edeceklerdir. 2010'un, dış politikamızda başarılı bir yıl olmasını ümit ediyorum. Bozuk olmayanı tamir etmeye kalkmazsak; reel dünya ile hayal dünyasını birbirine karıştırmazsak, ilkeli dış politikamızın, etkili dış politikaya dönüşmesi yakındır. 2010'da Ebu Müslim Horasani'nin mühim tespitini unutmayalım: "Zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu."
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.