Orta Doğu için "model" değil "mimar" olmalıyız

A -
A +

NASIL BİR REJİM BEKLİYOR Mısır'da bundan sonra nasıl bir rejim kurulacağı hususu, Mübarek'in eylüldeki başkanlık seçimine kadar koltuğunda kalmak için gösterdiği direnişi ne kadar devam ettireceği sorusundan çok daha önemlidir KENDİ ROLÜNÜ SEÇMELİ Türkiye bölgede kendisi için öngörülen rolü oynamak yerine, bizzat bölgenin siyasal dönüşümünün senaryosunu yazmaya girişirse, o zaman Orta Doğu'nun süratle demokratik yönetimlere kavuşması mümkün olabilecektir. Mısır'da iki haftayı aşkın bir süredir devam eden geniş çaplı halk hareketinin Hüsnü Mübarek yönetiminin sonunu getirdiği konusunda kimsenin şüphesi yok. Henüz cevabı belli olmayan soruların başında ise Mübarek'in eylüldeki başkanlık seçimine kadar koltuğunda kalmak için gösterdiği direnişi ne kadar devam ettireceği geliyor. Ama en az bunun kadar önemli bir başka soru ise, Mısır'da bundan sonra nasıl bir rejim kurulacağı. Mübarek'ten sonra, onun gibi Batı ile yakın ilişkiler içinde bulunan -daha doğru bir ifadeyle Washington'un çıkarları doğrultusunda hareket eden- birinin yönetime getirilmesi için gerekli şartlar mı hazırlanacak, yoksa milyonlarca Mısırlının günlerdir meydanlardan seslendirdiği biçimde, Mısır şaibe karışmamış demokratik seçimlerle iktidara gelecek bir siyasi lider tarafından mı yönetilecek? GÖZLER TÜRKİYE'DE İşte bu noktada Mısırlılar kadar, Fas'tan Yemen'e kadar çok büyük bir coğrafyada yaşayan demokrasi yanlılarının en fazla gözlerini çevirdikleri, kulaklarını verdikleri başkentlerin başında Ankara geliyor. Türkiye'nin sadece son dönemde bu coğrafyaya yönelik olarak izlemekte olduğu politikadan dolayı değil, aynı zamanda Tanzimat'tan bu yana geçirdiği büyük siyasi, ekonomik ve sosyal dönüşüm sebebiyle Arap dünyası ülkemizle yakından ilgileniyor. Arap entelektüelleri ve demokrasi eylemcileri Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden bugüne Orta Doğu'da bağımsızlıklarını kazanan ve nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkelerden neden sadece Türkiye'de demokrasinin yeşerdiğini, diğer bütün ülkelerin ise anti-demokratik rejimlere mahkûm kaldığını tartışıyor. Üniversite çevrelerinden, sivil toplum örgütlerine ve basın organlarına kadar uzanan geniş bir yelpazede ülkemizi tartışanlar, geçirdiği tüm sancılı dönemlere rağmen AB'yle müzakerelere başlayabilmek için önşart olan Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiği Brüksel tarafından kabul edilen, yani bir manada demokrasi dersinden sınıfı geçen, Türkiye'nin kendileri için ne ölçüde bir "model" oluşturabileceğini ciddi biçimde sorguluyor. Araplar bu tartışmayı yaparlarken, Orta Doğu konusunda çalışmalar yürüten çok sayıda Batılı uzman da, Türkiye'nin bu bölge için ne ölçüde bir "model" olabileceği konusunda yorumlar ve değerlendirmeler yapıyorlar. ORTA ASYA ÖRNEĞİ Bu durumu yaklaşık 20 yıl önce de yaşamıştık. O zaman Sovyetler Birliği'nin çökmesiyle bağımsızlıklarını kazanan Kafkasya ve Orta Asya'daki Türk cumhuriyetlerinin Türkiye'yi "model" olarak alması düşüncesi ortaya atılmıştı. O dönemde, bölgede ortaya çıkan siyasi boşluğun İran tarafından doldurulabileceğinden, dolayısıyla bu ülkelerde Batı karşıtı hükümetlerin kurulabileceğinden endişe eden ABD, Batı bloku içinde yer alan, laik ve demokratik Türkiye'yi "model" olarak lanse etmişti. "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne Türk dünyası" söylemi ile "Yeni-Osmanlıcılık" söyleminin her ikisinin de bu dönemde, aynı kaynaklarca üretilmiş olması bir tesadüf olmamalı. Neticede, Türkiye'nin bu yeni ülkelerle var olan tarihsel ve kültürel bağlarını öne çıkaran ABD, Türkiye'yi bir nev'i atlama tahtası olarak kullanmaya çalıştı. ABD için önemli olan aslında demokrasi değil, kendi çıkarlarına hizmet edecek yönetimlerin kurulmasıydı. Böyle olunca da, Türkiye'nin de yoğun çabasıyla Avrasya coğrafyasında İran etkisi azaldı. Ama "Türk modeli" de, sözde kaldı. Bu ülkelerin hiçbirinde gerçek anlamda demokratik rejimler kurulamadı. AB üyeliği için reform üstüne reform yapan, demokrasisini vesayet çemberinden çıkarmaya uğraşan, askerî darbelerin son izlerini de silmeye çalışan Türkiye, Türk cumhuriyetlerine demokrasisiyle değil, ABD ile kurmuş olduğu "stratejik ortaklık"la örnek olabildi. Muhalif hareketlerin Batı çıkarları için bir tehdit oluşturduğu iddialarını öne çıkaran anti demokratik rejimler, hem ABD'nin hem de Türkiye'nin, kimi zaman da Rusya'nın, bazen açık, bazen üstü kapalı desteğiyle ayakta kalmaya çabaladılar, bunu da büyük oranda da başardılar. İKİ ÖNEMLİ SEBEP Türk cumhuriyetlerinde bu sonucun ortaya çıkmasının iki önemli sebebi vardı. Birincisi, Türkiye bu ülkelere demokratik bir modeli yerleştirmek için sistematik bir çaba içine giremezken, ABD kendi önceliklerine göre tanımladığı bir "Türk modelini" bu ülkelerde oluşturmaya çalışmıştı. Yani Türkiye "mimar" değil, eski Sovyet coğrafyasını baştan aşağıya yeniden şekillendirmeye çalışan ABD'nin öne çıkardığı "modellerden" biri olmuştu. İkincisi, o yıllarda yaşanan istikrarsız siyasi ortam, artan terör faaliyetleri, yaygın insan hakları ihlalleri, ekonomideki kötü gidişat, demokrasinin tüm kurumlarıyla işleyememesi gibi sorunlar sebebiyle, Türkiye bu kardeş ülkeler için gerçek anlamda bir model de oluşturamadı. Bugünkü Orta Doğu'ya döndüğümüzde, hemen hemen benzer bir durumun varlığını görmemiz mümkündür. Gerçek demokrasiye kavuşmak isteyen Arap halk önderleriyle Batı çıkarları için problem oluşturmayacak sözde demokrasilerden bahseden Amerikalı uzmanların model olarak lanse ettikleri Türkiye tasavvurları arasında çok derin bir farklılık mevcuttur. Bu yönüyle, Türkiye'nin 1990'larda yaptığı gibi edilgen bir model olmayı kabullenmesi halinde, başta Mısır olmak üzere, Batı için stratejik önemi haiz Orta Doğu ülkelerinin hiçbirinde gerçek anlamda çoğulcu yönetimlerin kurulabilmesini hayal etmemek gerekir. 90'LARIN TÜRKİYE'Sİ DEĞİLİZ Ama eğer Türkiye "model" tartışmasını bir kenara bırakır da, bu bölgede "mimar" olmaya soyunursa, Obama yönetiminin kendisi için bu coğrafyada öngördüğü rolü oynamaya değil, bizzat bölgenin siyasal dönüşümünün senaryosunu yazmaya girişirse, o zaman kısa süre içinde Orta Doğu'nun süratle demokratik yönetimlere kavuşması mümkün olabilecektir. Türkiye'nin tercihi Orta Doğu'nun istikbali için belirleyici nitelikte olacaktır. Türkiye 1990'lardaki ülke değildir. Bu dönüşümü ateşleyecek ve yönetecek potansiyele sahiptir. Demokrasiyi geliştirmek için Türkiye tarafından dile getirilecek söylemleri ve atılacak adımları, "içişlerine karışma" olarak niteleyen, koltuklarına kazık çakmış modern zaman firavunlarının sözlerinin tarih nezdinde en ufak bir hükmü yoktur. EYLEMLER NASIL BİR REJİM GETİRECEK Mısır'da iki hafta önce başlayan eylemlerin, Hüsnü Mübarek yönetiminin sonunu getireceğinden kimsenin şüphesi yok. Şimdi artık, Mübarek'ten sonra ülkede herkesin beklediği demokratik rejimin kurulup kurulamayacağı merak ediliyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.