AB artık dış politikamızın "başlıca konusu" değil!..

A -
A +

ESKİ BİR SİYASET UNSURU Bir zamanların makbul ve vazgeçilmez siyasi konusu olan AB, artık birkaç cümleyle geçiştirilen, bazen de hiç değinilmeyen bir "eski siyaset unsuru"na dönüştü. SEBEBİ VAR Türkiye'nin AB'ye üye olup olamayacağı artık halkımızın yoğun şekilde ilgi duyduğu bir konu değil. Bu durumun bu hâle gelmesinin birçok sebebi bulunuyor. 12 Haziran 2011'de yapılacağı kesinleşen milletvekili genel seçimlerine 100 günden az zaman kalmışken, seçime girme yeterliliğine sahip siyasi partiler seçim beyannamelerini hazırlamaya koyuldular. Büyük ihtimalle ekonomi ve başta demokratik açılım olmak üzere ülke içi konular tüm partilerin seçim beyannamelerinin en öncelikli başlıkları arasında yer alacak. 2002 ve 2007 genel seçim süreçlerinin en hararetli tartışma konularından olan "AB ile İlişkiler" bugün itibariyle neredeyse hiçbir siyasi parti liderinin söyleminde ayrıcalıklı bir yere sahip değil. Çok değil sadece 3-4 yıl öncesine kadar bir siyasi parti lideri televizyon programlarına katıldığında ya da gazetecilerle sohbet toplantısı yaptığında, kendisine yöneltilen sorular arasında mutlaka "Türkiye'nin AB üyeliği hakkında ne düşündüğü" de olurdu. Bazen tüm sohbet AB etrafında döner, liderler de partilerinin bu yönde yapmakta oldukları çalışmaları uzun uzun anlatırlardı. Bazı siyasi partiler, AB'yle ilişkilerin daha "sorunsuz" ilerleyebilmesi için çözüm önerilerini sıraladıkları raporlar hazırlar, üniversite ve sivil toplum temsilcilerinin de davet edildiği paneller düzenlerlerdi. Bir zamanların makbul ve vazgeçilmez siyasi konusu olan AB, artık birkaç cümleyle geçiştirilen, bazen de hiç değinilmeyen bir "eski siyaset unsuru"na dönüştü. Bu da gayet tabii bir durumdur. Türkiye'de ne tartışılıyorsa, vatandaşlar hangi sorunların çözümü için en fazla kafa yoruyorsa, demokrasilerde onların temsilcisi durumunda olan siyasi partiler de, aynı yönde davranır, seçmenlerin sorunlarına çözüm bulacaklarını taahhüt ederler. Kamuoyu araştırmalarının açık biçimde ortaya koyduğu gibi, Türkiye'nin AB'ye üye olup olamayacağı artık halkımızın yoğun şekilde ilgi duyduğu bir konu değil. Bu durumun ortaya çıkmasının başlıca dört sebebi var. DARAL GELDİ Birinci sebep, AB tarafından gelen olumsuz sinyaller. Geçtiğimiz günlerde Ankara'ya diplomatik nezaket skandallarıyla dolu bir ziyaret yapan Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy'nin yıllardır öncülük ettiği, Türkiye'nin AB üyeliğine açıkça karşı olan Avrupalı liderlerin sıklıkla dile getirdiği "imtiyazlı ortaklık" formülü can sıkıyor. Sarkozy tipi Avrupalı siyasetçilerin körüklediği Türkiye karşıtlığı, AB ülkelerinin tamamında yükseliyor. Avrupa'da sesi eskiye nazaran çok daha gür çıkan ve kulak tırmalayan "ret korosu", Türk halkının ister istemez kulaklarını tıkamasına yol açıyor. Uzun lafın kısası, halkımıza artık "AB'den daral gelmiş" durumda. İkincisi, müzakere sürecinin içinde bulunduğu durumdur. Hırvatistan'la aynı anda müzakerelere başlayan Türkiye 13 fasıl açmış ve sadece birini kapatabilmişken, Hırvatistan bu yıl içinde AB'ye tam üye olmaya hazırlanıyor. Atgözlüğü takmışçasına, Kıbrıs sorununun sadece kendi istedikleri yönünü gören AB liderleri -Almanya Başbakanı Merkel örneğinde görüldüğü gibi- Türkiye'yi Ada'da işgalci olmakla suçlayabiliyorlar. Dahası Kıbrıs'ı bahane edip, müzakere sürecini tıkayabiliyorlar. Fransa, akla ziyan gerekçelerle, bazı fasılları bloke edebiliyor. Ankara iyimserliği elden bırakmayıp, altı ayda bir müzakere faslı açılmasını bir memnuniyet ve kutlama vesilesi kılmışken, artık bu uzun süre zarfında bile fasıl açılması zorlaşmış gözüküyor. Müzakere sürecinde ancak arpa boyu ilerleme varken, AB konusunun haberlere, televizyon programlarına ve siyasi parti söylemlerine olumlu biçimde yansıması elbette mümkün olmuyor. DÜNYANIN HER YERİNDEYİZ Üçüncüsü, Türk dış politikasında artan çeşitliliktir. Kısa süre önceye kadar AB veya ABD ile ilişkiler üzerinden tanımlanan dış politika parametreleri, artık Latin Amerika'dan Afrika'ya ve Uzak Asya'ya kadar çok geniş bir alanda var olan milli menfaatlerle ilişkilendiriliyor. AB'nin dış politikamızın "başlıca konusu" olduğu yerden, "bir konusu" olduğu noktaya gelmiş durumdayız. Bu durumu en net biçimde devlet adamlarımızın yurt dışı ziyaret adreslerine bakarak görebiliriz. AB ülkelerine yapılan ziyaret sıklığı ve yoğunluğu azalırken, dünyanın başka yerlerine üst düzey ziyaret sayısında artış gözleniyor. Elbette, Türk iş dünyasının AB ülkeleri dışında yaptığı yatırımların ve bu bölgelerle olan ticari ilişkilerinin hacmindeki artış, dış politika tercihlerini doğrudan etkiliyor. Son 20 yıldır AB üyeliği konusunda hükümetler üzerinde etkili olan temel baskı gücü pozisyonundaki Türk iş dünyasının, AB'yi öncelikleri arasından çıkarması da, konunun medyada görünürlüğünü azaltıyor. Dördüncüsü, bizatihi AB sürecinin kendisinin, AB üyeliğinin önüne geçmesidir. Yıllar içinde AB üyeliğinin gerçekleşmemesinin dünyanın sonu olmadığı bilinci kamuoyunda yaygınlık kazanmış, çok önemli bir psikolojik eşik aşılmıştır. Gerçekten de, eğer hedefi daha müreffeh, daha demokratik, daha uygar bir ülke inşa etmek olarak koyarsak, AB üyelik sürecinin bu hedefe ulaşmakta kullanılacak araçlardan sadece biri olduğu görülür. AB üyeliğinin kendisi bir hedef olamaz. Türkiye bir gün AB'ye üye olsa da, çağdaşlaşma adımları son bulmayacaktır. AB'ye kısa süre önce üye olmuş ülkelerin ekonomik ve demokratik açıdan ne durumda olduklarına bakıldığında, bu sözlerimizin ne anlama geldiği daha iyi anlaşılır. Bu çerçevede, seçim kampanyaları döneminde AB'nin çok fazla siyasi polemik konusu olmayacağını, önceki seçimlerde duymaya alıştığımız, "Türkiye'yi AB'ye biz sokacağız" türünden taahhütlerin liderlerin meydan konuşmalarında fazlaca dile getirilmeyeceğini şimdiden söyleyebiliriz. 2011 Türkiye'sinde AB konusu siyaseten ne oy getiren ne de oy götüren bir etkisiz elemana dönüşmüştür. AVRUPALI LİDERLER ARTIK CAN SIKIYOR AB'nin artık konuşulmamasının ilk sebeplerinden biri Avrupa'dan gelen olumsuz sinyaller. Mesela, geçtiğimiz günlerde Ankara'ya diplomatik nezaket skandallarıyla dolu bir ziyaret yapan Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy'nin yıllardır öncülük ettiği "imtiyazlı ortaklık" formülü can sıkıyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.