Ankara'yı, Libya konusunda devre dışı bırakmak istiyorlar

A -
A +

ÇÖZÜM İSTEMİYORLAR Bir oldu-bitti niteliği taşıyan askerî harekâtın başlamasıyla, meselenin barışçıl yollardan çözülmesi için başından beri çaba gösteren Türkiye'nin aktif diplomasisi sonuçsuz bırakılmaya çalışılmaktadır. KİMSEYİ İNANDIRAMAZLAR!.. Kaddafi önce cesaretlendiriliyor. Arkasından, eleştiriliyor ve en sonunda da askerî bir müdahale başlıyor. Peki, bu müdahalenin, sadece masum muhalifleri Kaddafi'den korumaya yönelik olduğuna kim inanır? Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı 1970 ve 1973 sayılı kararları gayet geniş yorumlayarak Libya'ya karşı askerî harekât başlatan ABD ve Fransa öncülüğündeki koalisyon kuvvetleri, aslında yılbaşından beri Güneybatı Asya ve Kuzey Afrika ülkelerinde devam etmekte olan isyan dalgası karşısında türdeş (homojen) olmayan bir tutum sergiliyorlar. Nitekim Kaddafi yönetimine karşı ayaklanan silahlı güçlerin "Libya ordusu tarafından yok edilmesini önlemek" gerekçesiyle bombardımana başlayanlar, Bahreyn'de daha fazla hak isteyerek meydanları dolduran kalabalığın Suudi Arabistan öncülüğünde bir Müşterek Körfez Gücü tarafından sindirilmesine ses çıkarmadılar. Benzer şekilde, Yemen'deki muhalif harekete yönelmiş şiddet dalgası Batı dünyasından sert tepki görmüyor. İstikrarsızlık yaşayan ülkelerin Batı açısından taşıdığı öneme göre davranılıyor. Bu da evrensel değerlerin mi, yoksa değişmez çıkarların mı ön planda olduğu sorusunu bir kez daha akla getiriyor. ÖNCE SESSİZ KALDILAR Libya'da son bir aydır yaşananları gözden geçirdiğimizde, krizin ülkeye dışarıdan bir silahlı müdahale yapılması noktasına tırmanmasının arkasında, Mısır'da Hüsnü Mübarek'e gösterilen tepkinin, başlangıçta Muammer Kaddafi'ye gösterilmemesinin yattığı açıkça görülür. Mübarek, çok güvendiği ABD'nin de kendisini yalnız bırakmasından sonra istifa etmiş, ülkede bir geçiş dönemi yönetimi kurulmuştu. Libya'da ise ne ABD ne de AB ülkeleri başlangıçta Kaddafi'ye aynı çağrıda bulunmadılar. Batı'nın tereddüdünü, muhaliflere karşı sert tedbirler alması için bir yeşil ışık olarak yorumlayan Kaddafi, güç kullanarak isyanı bastırmaya girişince, bu kez BM kararını kendilerine dayanak olarak alan ülkelerin sert müdahalesiyle karşılaştı. Askerî müdahaleye yol açan gelişmeler, 1990'da Irak'ın Kuveyt'i işgalinden sonra bu ülkeye yapılan "koalisyon müdahalesi"yle şaşırtıcı derecede benzerlik gösteriyor. Yıllardır bir söylentiden ibaret olan ama kısa süre önce açıklanan WikiLeaks belgelerince doğrulandıktan sonra artık kesinlik kazanan bilgilere göre, Saddam Hüseyin Kuveyt'i işgal kararı almadan önce, ABD'nin o dönemki Bağdad büyükelçisi April Glaspie ile görüşmüştü. Görüşmede, Kuveyt'ten şikâyet eden Saddam, Büyükelçi'den "ABD'nin Araplar arasındaki anlaşmazlıklara karışma niyeti yoktur" sözünü işitince, Kuveyt'e yönelik bir operasyona Washington yönetiminin sessiz kalacağını düşünmüştü. Diğer bir deyişle, ABD üstü kapalı olarak Saddam'ı Kuveyt'e saldırmaya teşvik etmişti. Bu işareti alan Irak, Kuveyt'i işgal edince olan olmuş ve BM Güvenlik Konseyi'nden karar çıkartan ABD ve müttefikleri Irak'a saldırmıştı. Birinci Körfez Savaşı, ABD'nin 2003'teki saldırısının da altyapısını hazırladı. Libya'da da benzer bir oyun oynanıyor. Kaddafi önce cesaretlendiriliyor. Arkasından, giderek sertleşen bir tonla eleştiriliyor ve en sonunda da askerî bir müdahaleye muhatap oluyor. Peki, bu müdahalenin amacının sadece masum muhalifleri Kaddafi'nin zulmünden kurtarmak olduğuna kim inanır? BÖLÜNMEYE DOĞRU MU? Bütün gelişmeler dünyanın gözleri önünde yaşandığından, Batı'nın Libya karşısındaki tavrına dair yaygın kanaat, müdahalenin uzun vadeli hedefler içerdiği üzerinde yoğunlaşıyor. NATO'nun 1999'daki Kosova operasyonundan sonra, bu bölgenin kademeli biçimde Sırbistan'dan ayrılarak bağımsızlaştırıldığı; 2001'de başlayan Afganistan harekâtının, 10 yıldır ülkede siyasi bütünlüğü sağlayamadığı; 2003'teki Irak savaşından sonra, ülkenin kuzeyinin fiilen Bağdad'ın denetiminden çıktığı hatırlandığında, Libya operasyonun da, ülkenin siyasi ve toprak bütünlüğünü tehdit edecek sonuçlar doğurabileceği yorumları haklı olarak yapılıyor. Ortada bir de Sudan örneği var. Darfur bölgesinde, Müslümanların Hristiyanlara ayırımcılık yaptığı gerekçesiyle yoğunlaşan uluslararası baskılar neticesinde, bu yılbaşında ülke ikiye bölündü. Batı'yla yakın ilişki içinde bulunan Güney Sudan'ın zengin petrol yataklarına sahip olması, bu bölünmeyi hızlandıran ana etkendi. Libya'ya alelacele askerî müdahalede bulunanların hedeflerinin, kamuoyuna aksettirdiklerinden farklı olduğunu gösteren en kuvvetli delil, sorunun ortaya çıkmasıyla birlikte taraflara aklıselim çağrısı yapan ve diplomatik yollardan bir çözüm için çaba gösteren Türkiye'nin devre dışı bırakılmasıdır. OLDU-BİTTİ TELAŞI Türkiye ne 19 Martta Paris'te yapılan Libya'yla ilgili "karar toplantısı"na davet edilmiştir, ne de Ankara'nın çatışan taraflar arasında arabuluculuk yapabilmesine imkân tanınmıştır. Sanki Paris ve Washington, Kaddafi ve muhaliflerin daha fazla kan dökülmeden anlaşmalarını değil, kendilerinin daha etkili biçimde konuya dâhil olmalarını sağlayacak karmaşanın ortaya çıkmasını ister, hatta teşvik eder bir görüntü sergilemişlerdir. Türkiye'nin manevra alanı daraltılmış, bir oldu-bitti niteliği taşıyan askerî harekâtın başlamasıyla, meselenin barışçıl yollardan çözülmesi için başından beri çaba gösteren Türkiye'nin aktif diplomasisi sonuçsuz bırakılmıştır. Dahası, 2009 Nisanında Ankara'da yaptığı konuşmada, Türkiye ile ABD arasında bir "model ortaklığın" varlığından söz eden ABD yönetimi, ancak harekât başladıktan sonra Ankara'ya bilgi vermiştir. Dileğimiz sorunun daha fazla kan dökülmeden en kısa sürede çözülmesidir. Ankara tekrar en güçlü şekilde devreye girmeli, NATO ve BM platformlarını kullanarak, Libya halkına daha fazla zarar verebilecek boyutlara taşınmasını engellemeye çalışmalıdır...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.