Gurbetçiler oy kullanmak istiyor

A -
A +

"Göçün Ellinci Yılı" çerçevesinde, Köln merkezli Avrupa Demokrasi Vakfı'nın davetlisi olarak bulunduğumuz Almanya'da, Türkiye'den gelenlerin sorunlarını ve bunlar için geliştirdikleri çözüm önerilerini ilk ağızlardan duyma imkânı bulduk. Her şeyden önce, 50 yıldır bulundukları Almanya'da 3 milyonluk bir nüfusa ve dördüncü kuşağa erişen insanlarımız, kendilerinin sadece seçimlerden önce hatırlanmasını istemiyor. Türkiye'de yaygın olarak bilinenin aksine, Türkiye seçimlerinde oy verip, vermemek en öncelikli sorunları değil. Elbette, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını halen koruyanlar açısından, temel anayasal haklardan olan seçimlerde oy verebilme hakkından mahrum kalmak acı verici. Bu anlamda, anayasal düzenlemesi 1990'larda yapılmış olmasına rağmen, Türkiye'de o tarihten beri iktidarda olan hükümetlerin neden yasal düzenlemeler yapmadıklarını anlamakta güçlük çekiyorlar. Hiç olmazsa önümüzdeki genel seçimden sonra yasal düzenlemelerin derhal yapılmasını ve bir sonraki seçimde, Almanya'da oy verebilmeyi istiyorlar. Almanya'da yaşayan İranlılar ve Balkan ülkelerinden gelenler kendi seçimlerinde oy verebilirken, kendilerinin bu haktan mahrum kalmış olmasını, maalesef, "Ankara'nın kendileriyle yeterince ilgilenmediği" cümlesiyle eleştiriyorlar. Ama bu sorunun üzerinde, Türkiye'de durulan kadar çok durmuyorlar. Zira daha yapısal ve kronik sorunlarla karşı karşıyalar. ÇİFTE VATANDAŞLIK HAKKI Bu kronik sorunların başında, "çifte vatandaşlık" konusu geliyor. 2000 yılından sonra aynı anda hem Türkiye hem de Almanya uyrukluğuna sahip olmanın yasaklanmasından dolayı, bu tarihten sonra Almanya uyrukluğuna geçmek isteyenlerin Türkiye uyrukluğundan çıkması gerekiyor. Böyle bir tercih yapanlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı haklarından istifade etmekte zorlanıyorlar. Palyatif bir tedbir olarak sunulan Mavi Kart ve Pembe Kart uygulamalarının uzun vadede sorunlarını çözmeyeceğini düşünen insanlarımız, en kesin ve kalıcı çözümün, Türkiye Cumhuriyeti yasalarında yapılacak değişikliklerle, "vatandaşlıktan çıkarmanın" kaldırılması olduğunu söylüyorlar. Çünkü, Alman yasalarına göre, "vatandaşlıktan çıkarmanın" olmadığı ülke uyruklarında (bu ülkeler arasında İran da var) Alman uyrukluğuna geçebilmek için, ana vatanlarının uyrukluğundan çıkma şartı aranmıyor. Hâlihazırda, Türkiye'nin vatandaşlıktan çıkarma uygulaması, aslında "çifte vatandaşlık" vermemeye kararlı Alman makamlarının ekmeğine yağ sürüyor. Diğer bir kronik sorun eğitim alanında yaşanıyor. Temel eğitim düzeyinde bazı eyaletlerde uygulanan, gençlerin gidecekleri lise türünün doğrudan öğretmen tarafından belirlenmesi ve bu süreçte velilere söz hakkı verilmemesi uygulaması, öğrencilerin üniversiteye gitme imkânını büyük ölçüde ellerinden alıyor. Zira Alman öğretmenlerin büyük çoğunluğu, gençlerimizi iyi liselere değil, sırf göçmen oldukları için, öğrenme güçlüğü çekenlerin okuduğu okullara veya meslek liselerine yönlendiriyor. Her ne kadar Almanya'daki Türkiye kökenlilerin neredeyse yarısının yaşadığı Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde Türk kökenli Yeşiller milletvekilinin girişimiyle bu yanlıştan kısa süre önce dönülmüşse de, okullarda bu uygulama fiilen devam ediyor. Görüştüğümüz çok sayıda veli, okula gönderdikleri çocuklarının, çağdaş terminolojide "mobbing" (bezdiri) olarak isimlendirilen yöntemlerle nasıl dışlandıklarını, zaman zaman küçük düşürüldüklerini ve çifte standarda maruz bırakıldıklarını örnekleriyle anlattılar. Eğitim sıkıntısı burada bitmiyor. Bütün engellemelere rağmen üniversiteye gitmeyi başaran gençlerimiz bu kez diplomalı işsiz olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar. İşe girebilme oranları bakımından, Almanya'daki üniversite mezunu gençlerimizin, lise mezunlarından çok daha gerilerde olması durumun vahametini açıkça ortaya koyuyor. DİL SEFERBERLİĞİ ŞART Diğer taraftan, Türkçenin eğitim dillerinden biri olarak kabul edilmemesi, insanlarımızın anadillerini öğrenmelerini güçleştiriyor. Avrupa Parlamentosu'nda kararlar alıp, anadil öğrenimi ve anadilde eğitim gibi konularda Türkiye'yi eleştiri yağmuruna tutan parlamenterlerin, Almanya'daki Türkiye kökenlilerin anadillerinde eğitim yapamamasını eleştirmemeleri ne ilginç. Ana dillerini layığıyla öğrenemeyen gençlerimiz, maalesef dini ve kültürel konularda da yeterince bilinçlenemiyorlar. Bu noktada, okul öncesi eğitim kurumlarının önemi ortaya çıkıyor. Benzeri bir biçimde, Yunus Emre Kültür merkezlerinin, sadece Almanya'da değil, Türkiye kökenlilerin yoğun olarak yaşadığı tüm ülkelerde süratle operasyonel hale gelmesi gerekiyor. Bu merkezlerin tedrisatının sadece, Türkçeyi bir yabancı dil olarak öğreneceklere göre değil, gurbetteki Türklere göre de hazırlanması icap ediyor. Almanya'nın her şehrine yayılmış dini, kültürel ve sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği halinde acilen bir Türkçe seferberliğinin başlatılmaması durumunda, dördüncü ve beşinci kuşakların Türkçeyi gerçekten de bir "yabancı dil" olarak öğrenmesi gibi acı bir manzarayla karşılaşabiliriz. Üzücü ama 1961'den beri Almanya'da bulunan Türkiye kökenlilerin birbiriyle koordinesiz irili ufaklı çok sayıda gruba bölünmüş olmaları, Türkiye'den zaman zaman yapılan yanlış yönlendirmelerin, insanları kafa karışıklığı içinde bırakması, başta temel insan hakları ihlalleri olmak üzere, pek çok kabul edilemez muamele karşısında güç birliği ederek, gerçek anlamda siyasi bir baskı gücü oluşturmalarını engelliyor. Diğer yandan, teknolojik yenilikleri de kullanmak suretiyle daha etkin hale gelen sivil toplum kuruluşlarını, Alman siyasetinde önemli mevkilere gelen Türkiye kökenlilerin sayısındaki artışı, gençlerimizin bireysel başarılarını görmek geleceğe yine de ümitle bakmamızı sağlıyor. Almanya'daki insanlarımız, ikinci elli yıllarına, yarım yüzyıldır biriken sorunlarının bir an önce kalıcı biçimde çözülmesini dileyerek giriyorlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.