Zalim komşu ile ‘sıfır sorun' nasıl olur?

A -
A +
Zalim komşu ile ‘sıfır sorun' nasıl olur?
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile son olarak nisan ayında bir araya gelen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bugün Suriye yönetimine Türkiye'nin kaygılarını ve mesajlarını iletecek. ESAD'IN BİLDİĞİ TABLO Rusya, Çin, İran, İsrail, Suudi Arabistan, Ürdün ve Lübnan gibi ülkeler Esad'ın devrilmesini istemiyor. ABD'nin, "sözlü uyarı" dışında yapabileceği bir şey yok. AB'de ise, öncülük edebilecek bir ülke öne çıkmıyor. Esad bu tabloyu çok iyi okuyor. KONJONKTÜR ORTADA Bu noktada, Suriye'deki gelişmelerden en fazla rahatsızlık duyan ülke olarak Türkiye öne çıkıyor. Ancak uluslararası konjonktür ortadayken, Davutoğlu'nun "sert yaptırımlar"dan bahsetmesinin Şam yönetimini pek endişelendireceğini söyleyemeyiz. BM GÜVENLİK KONSEYİ KARARI ŞART Güvenlik Konseyi kararı olmadan Suriye'ye yapılacak bir müdahalenin uluslararası hukuk alanında çok önemli tartışmaları da beraberinde getireceğini unutmamak gerekir. Ramazanın gelmesi, Suriye silahlı kuvvetlerinin başta Hama ve Deir ez Zor olmak üzere çeşitli kentlerde yürüttüğü operasyonları durdurmadı. Son iki haftada sadece Hama'da 200'den fazla kişi öldürülürken, uluslararası alanda Baas rejimine karşı duyulan rahatsızlık da iyice görünür hale geldi. Kınamalara, yaptırım tehditlerine ve aklıselim çağrılarına rağmen bildiğini okumaya devam eden Beşar Esad, acaba Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun bugün ileteceği mesajdan sonra tutumunu değiştirecek mi? Suriye konusunda Birleşmiş Milletler (BM) üzerinden bir çözüm üretmek neredeyse imkânsız. Rusya ve Çin'in karşı çıkışları sebebiyle, BM Güvenlik Konseyi Suriye'yi kınayan bir karar alamadı; "tüm tarafları şiddetten uzak durmaya çağıran" bir başkanlık açıklamasıyla yetindi. Suriye'nin BM düzeyinde ağır yaptırımlarla karşı karşıya kalmasını engelleyen bu iki ülkenin kendi içinde tutarlı sebepleri var. Her iki ülke de, resmi söylemlerinde "bölücü terör" olarak nitelendirdikleri hareketleri bastırmaya çalışıyor. Rusya Çeçenistan'da hâlâ tam anlamıyla rahat değil. Çin ise, Doğu Türkistan'da milyonlarca Uygur Türkü'nü baskı altında tutmaya devam ediyor. Diğer yandan, iki ülke de Libya konusunda, Güvenlik Konseyi'nin diğer üç daimi üyesi ABD, İngiltere ve Fransa tarafından aldatıldıklarını düşünüyorlar. BM'nin Suriye karşısında sert bir tutum içine girmesinin, ilerleyen dönemde bir askerî müdahale için ilk adım olarak değerlendirilebileceğini düşünen Rusya ve Çin, bu riski almamaya kararlı. AVRUPA İÇİN ÇILGINLIK Esad yönetimini "dize getirecek" bir yaptırım sürecini BM merkezi olarak başlatmak mümkün olmadığına göre, diğer bir alternatif olarak devletlerin BM dışında yürütebilecekleri eylemler akla geliyor. Her ne kadar İngiltere Dışişleri Bakanı, "askerî müdahale mümkün" şeklinde bir açıklama yapsa da, bu müdahalenin gerçekleşebilme ihtimali de son derece düşük. Tam "bitti" derken, ekonomik krizin tekrar derinleşmeye başladığı ABD'nin, zaten sorunlu olan bütçesine ek yük getirecek bir askerî harekâtta yer alması söz konusu olamaz. Libya müdahalesi devam ederken ve işler "yolunda gitmezken", İngiltere ve Fransa'nın Akdeniz'de yeni bir maceraya atılması ancak "çılgınlık" olarak nitelendirilebilir. Kaldı ki, Kosova Harekâtı'nda olduğu gibi, insanî müdahale konsepti içine oturtulabilecek olsa da, Güvenlik Konseyi kararı olmadan Suriye'ye yapılacak bir müdahalenin uluslararası hukuk alanında çok önemli tartışmaları da beraberinde getireceğini unutmamak gerekir. Askerî olmayan yaptırımlar konusunda da önemli bir ilerleme sağlanabildiğini söyleyemeyiz. Avrupa Birliği ülkeleri bazı Suriyelilerin hesaplarını dondursalar ve AB'ye seyahat etmelerini yasaklasalar da, kendi ticaretlerini olumsuz etkileyebilecek ağır ekonomik yaptırım adımlarını atmaktan uzak duruyorlar. Birkaç küçük protesto dışında, Suriye rejimi karşıtı organize bir kamuoyu baskısını da hissetmeyen AB hükümetleri Esad'a "diş göstermek" için acele etmiyor. Bunun yanında, Esad'ın bugüne kadarki uygulamalarından AB'nin tamamen rahatsız olduğunu da söyleyemeyiz. İSRAİL VE İRAN AYNI GÖRÜŞTE AB, kontrol edemeyeceği bir grubun Şam'da iktidar koltuğunda oturmasını istemiyor. Hele Mısır'da Mübarek sonrasında Müslüman Kardeşler gelecek iktidarın en önemli alternatifi olmuşken, Mısır'dakiyle organik bağı olan Suriye'deki Müslüman Kardeşler üyelerinin güç kazanmasını istemiyor. Tabiatıyla, İsrail de aynı görüşte. İsrailliler, "Müslüman Kardeşler" tarafından yönetilen ülkelere sınır olmak istemiyor. Netanyahu, Mübarek'in gitmesini nasıl istemediyse, Esad'ın da koltuğunu korumasından yana. İsrail'in bu "Esadsever" tavrı, İran'la aynı çizgiye gelmesine sebep oluyor. Zira 30 yılı aşkın bir süredir Suriye'yle çok sıcak ilişkiler içinde olan Tahran yönetimi, Esad rejimini sadece sözle desteklemiyor aynı zamanda, silah ve mühimmat yardımı yapıyor. Tunus ve Mısır'da yaşananlardan sonra sıranın kendilerine gelmesini istemeyen Arap yönetimleri de, büyük oranda Esad'a doğrudan veya dolaylı yollardan destek oluyor. Suudi Arabistan ve Ürdün başından itibaren Suriye olayları karşısında temkinli bir tutum sergiliyorlar. Körfez emirliklerinden de, Esad'ı hedef alan çarpıcı bir açıklama gelmiyor. ERDOĞAN NE DEMEK İSTEDİ? Tabloyu özetlersek, Rusya ve Çin gibi küresel güçler ile İran, İsrail, Suudi Arabistan, Ürdün ve Lübnan gibi bölge ülkeleri Esad rejiminin devrilmesini istemiyorlar. ABD'nin, "sözlü uyarı" dışında Esad'a karşı şimdilik yapabileceği bir şey yok. Zaten, Orta Doğu Barış Süreci açısından da, ABD Golan tepeleri konusunda pazarlık yapmayı kabul edebilecek Esad'ı, tavize yanaşmayan Suriye muhalefetine tercih ediyor. AB'de ise, Suriye konusunda diğerlerine öncülük edebilecek bir ülke öne çıkmıyor. Esad bu tabloyu çok iyi okuyor. Olağanüstü halin kaldırılması, çok partili siyasi hayata geçiş, adil seçimler gibi bazı "reformları" gerçekleştirme sözü vererek, Batı'nın gözünü boyamaya devam ederken, "terörist" olduklarını ileri sürdüğü sivil halkı katletmeye devam ediyor. Bu noktada, Suriye'deki gelişmelerden en fazla rahatsızlık duyan ülke olarak Türkiye öne çıkıyor. Bunun üç sebebi var. Birincisi Suriye'nin, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın ifadesiyle "kendi halkını öldüren, gözünü kan bürümüş zalimlerin" yönettiği bir ülkeye dönüşmesi, Yeni Türk Dış Politikası'nın en önemli ilkesi olarak sunulan "komşularla sıfır sorun"un sonunu getiriyor. Ankara, zaten Ermenistan protokol kriziyle zarar gören "sıfır sorun" yaklaşımının, tamamen ortadan kalkmasını istemiyor. İkincisi Türkiye, yüzde 10'luk Nusayri azınlığın 40 yıldır demir yumrukla yönettiği Suriye'nin demokratikleşmesinin, bölgenin genel barışı ve huzuruna katkı yapacağını düşünüyor. Üçüncüsü ve en önemlisi, bölge ülkelerinin çoğunun duyarsızlığının aksine Türk halkı, Esad rejiminin fütursuzca Müslüman kanı dökmesine tepki gösteriyor. Başbakan Erdoğan'ın "sabrımızın sonuna geldik" demesi bu yönüyle iç kamuoyuna dönük bir anlam da taşıyor. İSRAİL VE İRAN AYNI GÖRÜŞTE Eğer yeni katliam haberleri sebebiyle son dakikada iptal edilmezse Davutoğlu'nun Şam ziyaretinde, derhal operasyonların durdurulması ve reformlara hız verilmesi çağrısında bulunması beklenir. Ayrıca Türkiye Esad ile muhalefet arasında gayri resmi arabuluculuk yapmayı, muhalif güçlerin silahsızlaştırılmasına katkı sağlamayı da önerebilir. Yukarıda özetlediğimiz uluslararası konjonktür ortadayken, Davutoğlu'nun "sert yaptırımlar"dan bahsetmesinin Şam yönetimini pek endişelendireceğini söyleyemeyiz. Davutoğlu'nun Şam temaslarından, Türkiye'yi tam olarak tatmin edecek bir sonucun çıkması çok zordur. Teorisyen Dışişleri Bakanı'nın Şam'dan dönerken, "komşularla sıfır sorun" ilkesini, "gözünü kan bürümüş zalimler tarafından yönetilenler hariç" şeklinde güncellemesi ise kuvvetle muhtemeldir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.